Kaşanlı Köyleri-
Hangi dile çevirmek istiyorsun?
Aceria Site içi ARAMA
GOOGLE SİTE
_Bu Yazıyı Fb'ta Paylaş
 
  --------KÖYLER ve TARİHLERİ ↓
  --------KÖY ve ALAN ADLARI ↓
  --------KOYUN DILI HAKKINDA
  --------DEYİM ve ATASÖZLERİMİZ
  --------KAŞANLI KÜLTÜR YAPISI
  --------BÖLGEDE YEŞEREN OTLAR
  --------TÜRBE ve ZİYARET ALANLARI
  --------KABİLELERİMİZ ↓
  => ATMÎ AŞİRETİ ÜZERİNE
  => ATMÎ AŞİRETİ (GENEL)
  => BELGELERLE ATMİ AŞİRETİ
  => KAŞANLI’NIN KABİLECİLİK PROBLEMİ
  --------EK BİLGİLER
  --------ÇOCUKLUKTAN KALANLAR ↓
  --------HİKAYELER ve FIKRALAR ↓
  OZANLARIMIZ ↓
  *****SİTE İÇİ ARAMA****
  İSİMLERİMİZ
  YEMEK KÜLTÜRÜ
  KARIŞIK MAKALELER
  FOTOĞRAFLAR
  VİDEOLAR
  KÖYÜN KONUMU ve UZANTISI
  BASINDAN
  DOWNLOAD BÖLÜMÜ
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Top liste ↓
  Gundê Qaşan ( Kaşanlı Köyü )
  SİTEMİZİ BEĞENİN
  Sayaç
  Anketler
  Saklı sayfalar
Bir Aceria Yapımıdır. Siteden birşey alırken lütfen kaynak gösterin... ***2012***

Since 2012
by Aceria

ATMÎ AŞİRETİ (GENEL)
ATMİ VE  ATMALU  AŞİRETİ

Not: Alınan adres IRKçı tavırla da yazmış olabilir; Aşiretin günümüz dili, dini, ırkı vs dikate alınmamış  olabilir. Yazılanlara iki şekilde de FAZLA itimat etmeyin...


Bu blog sitesinde aktarılan bilgilerin bir özeti veya sonsöz olarak şunlar söylenebilir:
Atmalı aşiretinin/cemaatinin adına ilk kez 1560 yılına ait Malatya tahrir defterinde rastlanmaktadır. Buna göre, birkaç neferden oluşan “Atmalu” cemaati 1560 yılında Malatya’nın ‘Keder Beyt’ nahiyesinde meskundu. En eski ikinci kayıt ise, 1563 yılında Maraş topraklarında Alma Kuşağı Mezrası’nda başkalarıyla birlikte tarımla uğraştıklarını göstermektedir. Üçüncü olarak, Arapgir sancağına ait 1643 tarihli avârız-hâne defterinde Atma adlı köyün, Arapgir sancağının en büyük ya da kalabalık köyü olduğu görülmektedir. Atma köyünün bulunduğu mevki Horan/Horun adını taşımakta olup bugün Kaynak adlı bir köye ev sahipliği yapmaktadır.
Horan’ın (Horun) 1335 yılında Türkler tarafından kurulmuş bir köy olduğu öne sürülmektedir. Kesin birşey söylenememekle birlikte, söz konusu tarihe ait siyasal konjonktürden hareketle Atmalılar’ın Bozok Türkmenleri'nden (ve muhtemelen Beydili/Begdili boyundan) oldukları çıkarımını yapmak mümkün olabilir. Öte yandan, 1560 tarihinde “Atmalu cemaati” şeklinde Türkçe bir isimle anılmaları, Türkmen olduklarını göstermektedir.
Atma köylüleri ya da Atmalılar, tahminen 1640’lı yılların sonunda yaşadıkları trajik bir olay sonucu çok sayıda zaptiye ya da askeri öldürmek zorunda kaldıkları için köylerini boşaltıp değişik yerlere dağılmışlar ve başka muhitlerde çoğalmışlardır.
1690-94 yılları arasında ve/veya 1702 yılı ve sonrasında, Osmanlı Devleti’nin iskân politikası gereği tekrar bir göç dalgasının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Arşiv belgelerinden anlaşıldığına göre, içlerinden bir bölümü 1690’lı yılların başında Rakka’ya (Suriye’de, Halep’in doğusunda, Fırat kenarında yer alan ve Türkiye sınırına yaklaşık 120-130 km uzaklıkta bir şehir) yerleştirildiği gibi, aralarından bazıları da 1720 yılında Harran Ovası’nda iskân edilmiştir. Her iki iskânın da gerekçesi, bölgede eşkıyaya karşı güvenliği sağlayacak topluluklar oluşturulmasıdır. Yine belgeler ışığında 1734 yılında ana kütlenin hâlâ Arapgir sancağına bağlı topraklarda timarlı göçebe olarak yaşadıkları ve “harp ve darbe muktedir bir cemaat” olarak yine eşkıyaya karşı güvenliği sağlamak üzere Alaca-Han’a yerleştirilmelerinin düşünüldüğü görülmektedir.
Atmalılar’ın Osmanlı tahrir defterlerinde bazen Türkmen Ekradı (Türkmen Kürtleri), bazen de Ekrad (Kürtler) olarak anılmalarının, Bozok Türkleri’nin Beydili/Begdili boyunun “Kürtler” cemaatinden/aşiretinden olmalarından kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Nitekim arşivlerde Beydililer için “Kürt Beğdilisu cemaati” tabirinin kullanıldığı da görülmektedir. (Bilindiği gibi Oğuzlar 12’si Bozok, 12’si de Üçok olmak üzere 24 boydan teşekkül etmekte olup, Beydili Boyu, Kayı Boyu gibi Bozoklar’dandır. Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları gibi beylikler Beydililer tarafından kurulmuştur.)
Arşiv belgelerinden Atmalılar’ın Rakka’dan Trabzon-Of’a ve Urfa’dan Konya ve Ankara-Haymana’ya kadar geniş bir alana yayıldıkları anlaşılmaktadır. Günümüzde nüfusları onbinlerle ifade edilebilecek bir durumdadır. Tarihçilerin genel olarak kabul ettikleri gibi, her yüz yıl için üç kuşak esas alınırsa, bu rakam akla yatkındır. 1643’te Arapgir-Atma köyünün ‘vergi veren’ nüfusunun 84 olduğu dikkate alınırsa, köyün toplam nüfusunun kadın, çocuk ve yaşlılarla birlikte en az 500 olduğu kabul edilebilir. Fahrettin Öztoprak, “Halep Türkmenleri’nin Kanuni devrinde vergi nüfusu 9316 hanedir. Bu ise onların nüfusunun 90.000 civarında bulunduğunu gösterir” demektedir (http://www.mengensofular.com/?q=content/view/75/10). Benzer bir akıl yürütme ile, 500 yerine 800 rakamını da kullanmak mümkün olabilir.
Atmalılar’ın 1766’da Malatya ve havalisinde bin çadırlık bir topluluk haline gelmiş oldukları tespit edilmiştir.
Meşhur Atmalılar olarak Turgut Özal, Antep savunmasında şehit olan Molla Mehmet Karayılan, Osman Bölükbaşı, Metin Emiroğlu ve İbrahim Hortoğlu gibi isimler anılmaktadır. Karayılan’ın Atmalılar’dan oluşan çetesi ile Anteb’in kurtuluşunda oynadığı rolün yanı sıra, Pazarcıklı Atmalılar’ın reisi Yakup Paşa (Paşo Ağa / Yakup Hamdi Bey) da Maraş’ın savunulması ve kurtuluşu olayında 350 kişi ile yer almıştır.


« Son Düzenleme: Mart 16, 2010, 09:40:01 ÖS Gönderen: Atmalı » Logged



ATMALI ADI NEREDEN GELİYOR?
« Yanıtla #33 : Mart 12, 2010, 04:01:29 ÖS »


ATMALI
ADI NEREDEN
GELİYOR?


“Atma”; “atmak” fiilinden gelen ve “atma eylemi” anlamını taşıyan bir kelimedir. Diğer anlamlarına gelince, yün eğirmek için kullanılan çubuğa bazı yörelerimizde “çildirgi” ve bazı yerlerde ise “atma çubuğu” denir. Ayrıca yapıların üzerini örtmekte kullanılan kalın ağaçlara da ‘atma’ denilmektedir. (http://www.ilic.gov.tr/print.php?type=A&item_id=1)
Larousse’da “el sanatları” kapsamında şu anlamlardan söz edilmektedir: “¬¬¬Kasnak işinde, ipliği desen boyunca tutturma işlemi. –Geniş bir yüzeyi örtmek için iplikleri birbirine koşut biçimde germe ve düzenli bir biçimde ilmiklemeye dayanan yöntem. // Atma işi, kumaş yüzeyine enine ve boyuna iplikler atıp kesişme noktalarını tutturarak yapılan sayılı bir nakış türü. (Kafes görünümünde olan atma işi, kolaylığı nedeniyle eski işlemelerde, özellikle bohça ve yaygılarda çok kullanılmıştır.)” İnşaat alaındaki anlam olarak da şu aktarılıyor: “Geniş açıklıklı bir lento oluşturan, çoğunlukla bileşik kiriş. –Bir kesme taşın ayrıtı üzerindeki bir parçanın kopması.”
Ayrıca Hüseyin Ecer şu bilgileri aktarmaktadır: “ATMA, Türkçe’de omuza atılan ya da at sırtına atılan heybe anlamındadır…. ATMALU, ATMA’dan türetilmiş olup heybesi olan kisi…. Ancak bizim bu HEYBELERLE ya da HEYBELİLER’le de bir bağımız söz konusu değil ATMİ olarak.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53804&uid=32929115806)

Atmalı aşiretinin adı ile ilgili olarak anlatılanlar genelde birbiriyle çelişen bilgiler durumundadır. Konuyla ilgili farklı görüş ve/veya rivayetler mevcuttur.

1. Bir rivayet şöyle:
“Atmalı adından da anlaşılacağı gibi Atmalı ismi Türkçedir. Eskiden, Atmalı Aşiretinde Hırsızlık yapmayana, evini geçindiremez düşüncesi ile kız vermezlermiş. Atmalılar Eskiden Cins Atları çalma konusunda maharetli imişler. Rivayete göre, XV. yy.da Van/Erciş yöresinde iskan eden Rişvan Uruğunun iki mensubu, gece başka bir oymağın çadırları
etrafında dolaşırlarken, hırsızlık suçundan tutuklanmışlar. Zamann Boy Beyi tarafından ölüm cezası ile cezalandırılmışlar. Ölüm cezaları, yörenin en yüksek kayası olan Ballıkaya’dan atılarak gerçekleştirilirmiş. Bu iki Rişvanın ölüm cezasının, kayadan atılarak infazına karar verilmiş. İnfaz gerçekleşinceye kadar, aradan geçen süre içerisinde halk arasında Bunları Kayadan Atmalı sözü çok kullanılır olmuş. Günlerce süren tartışmalardan sonra ceza heyeti de tereddüt ederek; ‘Bunları Kayadan atmalı mı, atmamalı mı?’ sorusuna cevap vermeye çalışır. Sonunda kayadan Atmaya karar verilmiş. Zamanın Boy Beyinin emri ile suçlanan iki Rişvan Genci kayadan atılmışlar. Gençlerden biri ölmüş, diğeri ayakları üzerine düşerek kaçmış gitmiş. Bu genç, Askerler tarafından tekrar yakalanmış ve Boy Beyinin huzuruna getirilmiş. Bu genci yeniden ‘Kayadan atmalı mı?’ diye sorulduğunda Bey, bu adamın cezasını çektiğini ve ölmediğini, ikinci kez tekrar atılmasına gerek olmadığını ve mukadderatı değiştiremeyeceklerini söylemiş. Hatta Boy Beyi, bu gencin bu kadar yüksek kayadan atılarak ölmemesine hayret etmiş ve onun Ermiş Kişilerden biri olduğunu düşünmüş ve korkmuş. Derhal onu serbest bırakın gitsin demiş. Böylece halk, serbest bırakılan Rişvan gencine Atmalı adını vermiş. Bu Rişvandan oluşan aileye ve daha sonra çoğalarak meydana gelen Aşirete Atmalı Aşireti adı verilmiş (bunlar rivayettir).”
Görüldüğü gibi, “Bunlar rivayettir” denilmektedir. Daha doğrusu buların birer yakıştırma olduğunu söylemek gerekir. Bu rivayetlerin kaynağı da bilinmemektedir. Ayrıca, olaya bakılırsa, “Atmamalı” adının takılması gerekirdi. Ayrıca, bu açıklama biçimi “atmalı” kelimesi üzerine kurulmuştur, “atma” değil. Oysa, Atmalı aşireti için “Atma aşireti” ifadesi de yaygın biçimde kullanılmaktadır.

2. Atmalı isminin kökeniyle ilgili bir başka görüş şudur:
“… Atçılıkla uğraştıkları için Atmalı adını aldıkları söylenir. AT+MALI adını analiz edersek; AT Türkçe bir kelimedir. MAL ise Kürtçe EV manasına gelir. ATMALI; At Evi, Atlara Malik olanlar, sahip olanlar gibi de yorumlamak mümkündür.”
Görüldüğü gibi bu görüş de son derece zorlama bir faraziye yahut varsayım ve tahmin olmaktan öteye gitmemektedir. Atçılık diye bir meslek yoktur, “at evi” diye bir tabir de olmaz. Birçoklarının “Atmalı aşireti” yerine “Atma aşireti” ifadesini kullanması, bu iddiayı tamamen çürütmektedir.

3. Üçüncü bir görüş ise, Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar’ın aktardığına göre, şöyledir:
“Prof. Mehmet Eröz, Macar Türkolog Rasony ve Hüseyin Namık Orkun, Türklerde totem olarak bilinen hayvan isimlerinin, oymak isimleri olarak alındığını ifade etmektedirler. Atmalı adının, totem olarak alınan atmaca kuşundan alınmış olabileceğini ileri sürmektedirler.”
Mahmut Rişvanoğlu, M. Eröz’ün bunu bir tahmin olarak ileri sürdüğünü belirtmektedir (Mahmut Rişvanoğlu, Saklanan Gerçek: Kurmanclar ve Zazalar’ın Kimliği, Ankara: Tanmak, [t.y.]  C. 1, s. 502; Mahmut Rişvanoğlu, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm, 3. b., İstanbul : Türk Kültür Yayını, 1978).
Bu görüş de, bir tahmin, daha doğrusu yakıştırma olmaktan öteye gitmemektedir. Ayrıca, bu varsayımın doğru olması, Türkler’in (veya Kürtler’in) müslümanlığı kabulünden önce aşiretin mevcut olması şartına bağlıdır. Böyle olsaydı, Atmalı aşiretiyle ilgili bilgilere tarihî kaynaklarda rastlamak gerekirdi. Oysa, Osmanlı arşiv belgeleri dışında bir tarihî kayda rastlanmamaktadır. Bunlar da XVI. yüzyıldan öncesine uzanmamaktadır.

4. Bir diğer görüş, Hüseyin Ecer tarafından, şu şekilde dile getirilmektedir: “ATMİ Arapça’da Türkçe karşılığı isim olarak karanlık, akşam, koyu renk, gölge, belirsizlik anlamındadır. Sıfat olarak kullanıldığında ise karanlık, ışıksız, kara, esmer, koyu, loş, esrarlı, gizli, asık suratlı, kasvetli, üzüntülü, bulanık, korkutucu anlamlarını içermektedir…. Malatya ve çevresi Arap egemenliği altında kaldığı dönemlerde bu bölgede yasayan toplulukları aynı şekilde kendi dillerinde kara-esmer olarak sıfatlandırmışlardır. Atmiliğimiz ne ‘atmaca’dan ne de ‘kayalardan atma’lardan gelmemektedir. Atmi'liğimiz Oravların (Arapların) esmerliğimizi sıfatlandırmasından ileridir.” (http://www.facebook.com/group.php?gid=32929115806#!/topic.php?uid=32929115806&topic=9634)
Hüseyin Ecer, Suriye ve Filistin’i ziyaret edecekler için hazırlanmış olan 1901 tarihli bir günlük konuşma el kitabını kaynak olarak göstermektedir.(http://www.archive.org/stream/arabicmanualcoll00crow/arabicmanualcoll00crow_djvu.txt)  Sözkonusu kitapta yer alan sözlükte şu ifadeler yer alıyor:
“dark, a. 'atm f. 'atmi ; m'atem f. m'atmi ; to groiv dark, v. n. (3rd per.) bit'atim, 'atamit ad-diniyi [the world),
“darkness, n. 'atmi; zulmi.” (Buradan, matem (yas) kelimesinin atm/atmi ile aynı kökten geldiğini de öğreniyoruz.)
Ancak, Arapça’da “atmi” şeklinde bir kelime bulunması, bir başka dili konuşan toplumun kullandığı “atmi” isminin Arapça’dan geldiğini ispatlamaya tek başına yetmez. Tarihsel veriler bu varsayımı kanıtlayacak nitelikte değil.. Malatya ve çevresindeki Arap-İslâm egemenliği 659 yılına uzanır. Ancak 877 yılında bölge tekrar Bizans’ın eline geçmiştir. 1071’den sonra da Türkler’in hakimiyeti altına girmiştir. Atmi (Atma, Atmalı) adının Arapça’yla bir ilgisinin bulunması demek, Atmalılar’ın (daha erken değilse bile) 877 yılında önemli bir topluluk olarak mevcut olmaları demektir. Bu durumda dönemle ilgili kaynakların onlardan bahsetmesi gerekirdi. Oysa böyle birşey yoktur. Tam aksine, Atmalılar’dan bahsedildiğini görmek için yedi asır sonrasına bakmak gerekiyor. O zaman bile, köylerde yaşayan küçük ve önemsiz topluluklar oldukları görülüyor. Yaşadıkları yerde dikkate alınan bir topluluk haline gelmeleri ise ancak 1700’lü yıllarda mümkün olmuştur.
İkinci bir husus da şu: Araplar’ın Malatya civarında karşılaştıkları herhangi bir topluluğa bu şekilde ad vermeleri mantıklı bir tahmin kabul edilemez. Onlara, yaşadıkları beldelerden hareketle, “Şuralı” ya da “Buralı” demeleri gerekirdi. Ayrıca, esmerlik gibi oldukça yaygın bir özellik, belirli bir topluluğu diğerlerinden ayırmak için kullanılabilecek bir sıfat ya da isim değildir. Mesela, birçok Hasan’ın bulunduğu yerde bunlardan birini “Kara Hasan” olarak adlandırmak işlevsel olabilir, ama böyle bir insanı sadece “Kara” olarak adlandırmak anlamsız olur.
Üçüncüsü, böyle bir kitlenin, öteden beri bilinen kendi topluluk isimlerini bırakarak, Araplar’ın kendilerine taktığı adı benimsemeleri de olacak şey değildir.
Hüseyin Ecer, çelişkili biçimde şunu da söylemektedir:
“… isimlerin Mam, Kam, Kom, Olda, Hus, Oldada, Fote, Aşe, Ginc, Xido, Milla, Xone, Şore, Bori, Bozo, Hemat, Ale vs. gibi. Ancak bu topraklarin bu öz isimleri Kamber, Kâmil, Ali, Alidede, Hüseyin, Fatma, Ayşe, Genco, Hıdır, Mulla, Hanım, Şehriban, Bahriye, Bazo, Ahmet, Elif şeklinde asimile edilmeye çalışılsa da ….”
Hepimizin bildiği gibi, Fatma’nın Fato, Ayşe’nin Aşe yapılması gibi kısaltmalar Anadolu’da yaygındır. Aşe’nin Arapça Ayşe’den (Âişe) geldiğini bile kabul etmek istemeyen bir insanın, Atmi ismini Arapça’ya bağlamaya çalışması tuhaftır.
Hüseyin Ecer, şunu da söylemektedir: “Bir kere ATMAN yada ATMALI degil ATMİ’dir, aşiret olarak bilinen ve ifade edilen. Reşwan degil Raşi’dir. ATMA, ATMALI, ATMAN gibi sıfatlandırmalar ya da isimlendirmeler ise Osmanlılar’ın Türkleştirme politikaları olduğu açıktır.”
Bu ifadeler de çelişkilidir. Osmanlı’nın Arapça’ya karşı Türkçeleştirme şeklinde bir politikası olmamıştır. Daha doğrusu Osmanlı hiç bir kesime karşı Türkleştirme ve Türkçeleştirme politikası gütmemiştir.

5. Mehmet Demir Atmalı şunları yazmaktadır:
“15.11.2009 akşamı gece yarısı Kanal Türk’te ‘Teke Tek’ Programını izliyordum. Tarihçi Murat BARDAKÇI ve Fatih ALTAYLI’nın konuğu Bizans Tarihi üzerine araştırma yapan Doç. Dr. Levent KAYAPINAR. Bizans kaynaklarına göre Osmanlı’yı anlatırken çok ilginç bir açıklamada bulundu: ‘Bizans kayıtlarına göre Osman veya Osmanlı ismine rastlamıyoruz. Osman Bey’e “Atman” diyorlar. Osmanlı’ya “Atmanik” diyorlar. Osmanlı da bu “Atma” adına Arapça aidiyet eki olan (i) harfini ekleyerek kendine “Atmi” diyor. Aslında Ertuğrul, Orhan, Gündüzalp, Aydoğdu gibi öz Türkçe isimlerin arasında bir Arap adı olan “Osman” isminin bulunmasına tarihçiler bir mana verememekte ve “Atman” adına daha sıcak bakmaktadırlar.. Zaten yerel adı “Osman” değil, “Otman”dır.’ ”
Bununla birlikte, Mehmet Demir Atmalı şu ilaveyi de yapıyor:
“Ancak, bizim Atmalı, Bizans kayıtlarındaki Atman ile aynı mıdır, henüz kesinlik kazanmış değildir.”
Burada şunu belirtmek gerekir: Bizanslılar’ın Osman Bey’e Atman demeleri, Osman Gazi’nin isminin Atman olduğunu göstermez. Çünkü Osmanlı kaynakları bu konuda kesin bilgi vermektedir. “Aslında Ertuğrul, Orhan, Gündüzalp, Aydoğdu gibi öz Türkçe isimlerin arasında bir Arap adı olan ‘Osman’ isminin bulunmasına tarihçiler bir mana verememekte” şeklindeki ifade de abartılıdır. Aslında Çağrı Bey’in adı Davud, Alpaslan’ınki Muhammed’dir. Orhan Bey’in oğlunun adı da Süleyman Şah’tır. Orhan Bey’in torunu Murad’ın adı da Arapça’dır. (Yıldırım) Bayezid de “Ebu Yezid” demektir ve Bâyezid (Ebu Yezid) Bestamî’den dolayı yaygınlaşmış bir isimdir.
Atmalı ile Arapça aidiyet eki ile oluşturulan “Atmî” arasında da bir ilişki kurulamaz. Atmî, “Benim Atm’ım” demek olur. (Mesela ‘Ya Rabbî’ demek ‘Ey Rabbim’ demektir. Uzatma eki atılarak ‘Ya Rabbi’ de denilebilmektedir.) Osmanlılar gerçekten kendilerini “Atmi” olarak adlandırmış olsalar bile, bu, Osmanlılar’la Atmalılar arasında ilişki kurulmasına yetmez. Bunun için ayrıca belge sunulması gerekir. Halbuki, yukarıda da belirtildiği gibi, 1560 yılı öncesindeki Osmanlı arşiv belgelerinde (ve başka yazılı kaynaklarda) Atmalı diye bir aşiretten söz edilmiyor ve böyle bir isim geçmiyor.

6. 1919 yılında bölgeyi ziyaret etmiş ve Pazarcıklı Atmalılar’ın reisi Paşa Yakup ile görüşmüş olan İngiliz binbaşısı Noel, Kürtçe Atmi olan aşiret adının, Osmanlı Devleti’nin Türkleştirme politikası sonucu Atmalı şeklinde Türkçeleştirilmiş olduğunu ileri sürmektedir. Her ne kadar o dönemde iktidarı ele geçirmiş bulunan İttihat ve Terakki örgütü Türkçülük yapmışsa da, bu, Prof. Dr. İlber Ortaylı’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” adlı doktora tezinde belirttiği gibi, Almanlar tarafından teşvik edilen ve daha çok dış politika bakımından önem taşıyan bir uygulama durumundaydı. Türkleştirme ve Türkçeleştirmenin resmî politika haline gelmesi, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Tek Parti döneminde yaşanmıştır. İttihat ve Terakki öncesi Osmanlı politikalarının ise Türkçeleştirme ve Türkleştirme ile uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur. Hatta II. Abdülhamit’in, kurduğu Hamidiye Alayları ile doğudaki bazı Türk aşiretleri Kürtleştirdiğini ileri sürenler bile vardır. Ondan önceki tarihlerde de herhangi bir Türkleştirme faaliyeti yaşanmış değildir. Aslında Kürt aşiretleri II. Mahmut dönemine kadar büyük ölçüde özerk bir konumdaydılar. II. Mahmut’un merkezî idareyi güçlendirme çabaları aşiretler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 1560 yılında Osmanlı’nın bir köy bile değil, bir mezrada yaşayan Atmi adlı iki-üç kişilik bir topluluğu Türkleştirmek için adlarını Atmalı diye yazacağını düşünmek mantıksızlık olur. Kesin olan husus, Noel’in bir İngiliz casusu ve ajan-provakatör olduğu ve o sıralarda Kürtler’i kışkırtmaya çalıştığıdır. Noel’in Atmi ve Atmalı adları ile ilgili olarak söylediklerinin herhangi bir değeri yoktur.

Sonuç olarak şu söylenebilir: Mevcut bilgilerimiz çerçevesinde Atmalı (Atmalu) adının kökenini tespit etmek mümkün görünmemektedir. Fakat Türkçe bir adlandırma olduğu kesindir.

“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?!” (Fussilet Suresi, 41/33)


« Son Düzenleme: Mart 17, 2010, 12:25:37 ÖS Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ
« Yanıtla #34 : Mart 12, 2010, 04:05:34 ÖS »

ATMALI
AŞİRETİNİN
KÖKENİ

Atmalı aşiretinin kökeniyle ilgili olarak birkaç ayrı tez ya da teori mevcuttur:

1. Büyük ölçüde Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar’ın araştırmalarına dayanan birinci teze göre, Atmalı aşireti köken olarak Orta Asya’ya ve bir Türk cumhuriyeti olan Başkurdistan’a dayanmaktadır. Çünkü, Başkurtlar (Başkürtler) cekete kurtak diyorlar, Atmalılar da kurtık demektedirler. Kuraklık olunca Türkmen oymaklarla birlikte İran Horasanı’na gelmişlerdir. İran’a geldiklerinde Beg-Dilli olarak anılıyorlardı. Bu isim daha sonra Badıllı adında bir Oğuz Kürt Boyu (Şerefname’de, Kürt Oğuznameleri vardır) olarak, Urfa’da yaşamaya devam edecektir. Bu boy, Nizip-Kargamış’a bağlı Barak ve Kerkük bölgelerinde Bey-Dili olarak anılmaktadır. Badıllı veya Beg-Dili olarak anılan Oğuz Boyu, kendi arasında 40-50 kola ayrılmıştır. Bu kollar zamanla çoğalarak büyük aşiretler halini almıştır. İşte Atmalı, Beg-Dili’ye bağlı olan bu aşiretlerden biri olan Rişvan aşiretinin bir koludur. Rişvan aşireti İran, Irak ve Anadolu’da Raşi olarak anılmaktadır. İran’da Farsça’nın tesirinde kalan Türkçe kelimeler, bir çoğul eki olan “en/an” eki almışlardır. İran ve Irak topraklarında yaşadıkları sırada, bir grup, Atmalı adını almışlar ve Rişvan’dan ayrı olarak anılmaya başlamışlardır. Eski Gaziantep milletvekili ve Hortlar köyünden olan İbrahim Hortoğlu’na göre, Hacı Bektaş-ı Velinin Horasan’dan Anadolu’ya geçişi sırasında Rişvan’a bağlı Atmalı aşireti de Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiştir. Yaklaşık olarak on bin kişi Anadolu’ya gelmiştir. Çoğunluğu Malatya’ya yerleşmiştir. (http://site.mynet.com/akkale27/)
Bu anlatılanların doğru ve yanlış bilgilerin bir karışımı olduğu görülmektedir. Başkurtlar ile Atmalılar arasında ilişki kurmak için bir veya birkaç kelimenin ortak olması yetmez. Hiçbir dil saf ve pür değildir. Mesela Türkçe’de Ermenice ve İtalyanca kelimeler bile var; bunlardan hareketle köken birliği sonucuna varılamaz.
1560 yılına kadarki kayıtlarda Atmalı diye bir aşiretin adı geçmediğine göre eldeki veriler çerçevesinde Atmalılar'ın kökenini Başkurtlar'a kadar dayandırmak mümkün değildir.
İbrahim Hortoğlu’nun Hacı Bektaş-ı Velî ile kurduğu ilişki de yanlıştır. Hacı Bektaş-ı Velî 1210 yılında Nişapur’da dünyaya gelmiş ve 1271 yılında Nevşehir-Hacıbektaş’ta vefat etmiştir. Larousse’da şöyle denilmektedir: “Yaşamı ile ilgili bilgiler genellikle efsane ve söylentilere dayanır. Bu konuda kesin bilgi, Mevlana ile çağdaş, Babailer ayaklanmasının önderlerinden Baba İshak’ın mürit ve halifesi oluşudur. ‘Hacı’ lakabıyla anılması, hacca gittiğini gösterir. Bektaşi Vilayetnamesi’ne ve Âşık Paşa Tarihi’ne göre, Horasan’dan Sivas’a geldi, buradan Amasya’ya gidip Baba İshak’ın mürit ve halifesi oldu;….”
Bununla birlikte, Atmalılar’ın Beydili boyundan olduklarını söylemek mümkündür. Bu isim bazı yazılı eserlerde “Baydili-Baydilli-Beğdili-Beğdilü-Beğdilli-Beğdillü-Beydili-Beydilli-Badılı-Badıllı-Badilli’ şekillerinde de ifade edilmektedir (http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=1311).
Göknur Göğebakan, N. H. Göktürk’e atıfta bulunarak, Beydililer’in ana kolu Halep Türkmenleri’ni oluşturan kırk obadan biri durumundaki “Kara Şah Kulı (Karaşeyhlü) obasının” Malatya civarındaki bir köyde rastlanan kaydında, “Atmalu” aşiretine bağlı olduklarının ifade edildiğini söylemektedir (N. H. Göktürk, Anadolu’da Türk Nüfusu ve Kültür Yapısı (Tebliğler), Ankara 1995, s. 49 vd’ndan aktaran Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası: 1516-1560, Malatya: Malatya Belediyesi, 2002, s. 202). N. H. Göktürk’ün eserini görmediğimiz için, sözünü ettiği kaydın tarihini bilmiyoruz, ancak Kara Şah Kulı ifadesinin Karaşeyhlü olarak yorumlandığı, yapılan alıntıdan anlaşılmaktadır. N. H. Göktürk’ün sözünü ettiği kaydın, 1560 tarihli Malatya tahrir defterinde yer aldığını biliyoruz. Orada şu ifadeler yer almaktadır:
“Mezraa-i Salay Basan, der nezd-i mezraa-i Mintaş Pınarı, tabi-i m., hâss-ı şâhî. / Cemaat-i akraba-i Kara Şah Kulı, cemaat-i Atmalu. / Neferan: 7.” (Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük, Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (1560), Ankara: Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi, 1983, s. 146.) Burada geçen “tabi-i m.”, tabi-i mezbur demek oluyor, mezbur ifadesiyle kastedilen ise, Keder Beyt nahiyesidir. Daha açık bir ifadeyle, Mintaş Pınarı mezraının yanında yer alan Salay Basan mezraının, Keder Beyt nahiyesine bağlı olduğu belirtilmektedir. Mezra, Arapça bir kelime olup, “ziraat yapılan yer” anlamına gelmektedir.
Göknur Göğebakan, bu kayıttan hareketle, yedi neferden oluşan “konar göçer reaya”dan “Atmalu” cemaatinin, 1560 yılında, Malatya’nın “Keder Beyt” nahiyesinde meskun olduğunu söylemektedir (Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası: 1516-1560, s. 197). Ancak, söz konusu kayıttan hareketle Atmalılar’ın yedi neferden oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Açıkça görülmektedir ki, mezrada iki ayrı cemaat meskundur: Birisi Kara Şah Kulı’nın akrabasının cemaatiyken, diğeri ise Atmalı cemaatidir ve bunlar toplam yedi neferdir. Bundan hareketle, yedi kişiden üç veya dördünün Atmalı olduğu tahmininde bulunabiliriz.
Kara Şah Kulı akrabası cemaatinden Karaşeyhlüler’in kast edildiği sonucuna varmak için de bir neden yoktur. Zaten bu durumda, “Karaşeyhlü akrabası” demek gerekirdi; bunu söylemek için de bir neden yoktur, çünkü Karaşeyhlü akrabası için doğrudan Karaşeyhlü sıfatı kullanılır. Kara Şah Kulı ile, bir şahsın kastedildiği anlaşılmaktadır ve kim olduğnu tespit etmek mümkün görünmemektedir. Bu Kara Şah Kulu, II. Bayezid döneminde isyan eden Şah Kulu da olamaz, çünkü o Antalyalı’ydı ve “Kara” sıfatını taşımıyordu. Yukarıdaki kayıttan, Kara Şah Kulı diye bilinen birinin akrabalarının oluşturduğu cemaat ile Atmalılar’ın aynı yerde ziraat yapan komşular oldukları anlaşılmaktadır.
Karaşeylüler/Karaşeyhliler’in o dönemde Atmalılar’a bağlı olduğundan söz etmek de mümkün olamaz. Çünkü o dönemde Karaşeyhliler, Atmalılar’a göre daha kalabalık ve önemli bir topluluktu. Adnan Menderes Kaya, başlangıçta Avşarlar arasında yer alan Karaşeyhliler’in daha sonra Beydililer arasına karıştığını ileri sürer. Aktardığına göre, 1541 yılında  Antep’e gelen Afşar (Avşar) obaları arasında Karaşeyhliler de bulunuyordu. Daha sonra Antep civarındaki Beydili Türkmenleri’nin arasına karışıp onun bir  obasını teşkil etmişlerdir. Beğdili arasındaki Kara Şeyhliler’in, 1550’de 58 hane ve 62 mücerret nüfusa sahip oldukları görülmektedir. Ayrıca bu tarihte 38 hane ve 23 mücerret nüfusu ise ‘müteferrik’ olarak kayıtlı idi (Adnan Menderes Kaya, Avşar Türkmenleri, Kayseri: Geçit Yayınları, 2004; www.yadeller.ch/pdf/Avsarturkmenleri.pdf)
Yukarıda sözü edilen Keder Beyt nahiyesine gelince.. Göknur Göğebakan, şu bilgileri vermektedir:
“Kasaba nahiyesinin batısında ve Ağcedağ nahiyesinin güneyinde yer alan Keder Beyt nahiyesi, yerleşim yerlerinin çok olduğu bir nahiyedir. Güneyinde Behisni [Besni] kazasına bağlı Subadra nahiyesi bulunmaktadır. Şimdiki Doğanşehir ilesinin bir kısmını da içine alan nahiye, Tohma vadisine güneyden açılan Sultansuyu vadisinin her iki yanına sıralanmış düzlüklerden meydana gelir. Güneye doğru bu düzlükler daralmaya başlar.” (XVI. Yüzyılda Malatya Kazası: 1516-1560, s. 173)
Atmalılar’ın bağlı olduklarını düşünebileceğimiz Beg-dili (Beydili) aşireti, aşağıda görüleceği gibi, Moğol istilası nedeniyle 1200’lü yıllarda Halep-Antep civarına yerleşmiştir, Hacı Bektaş-ı Velî gibi Sivas ve/veya Amasya’ya değil. Konar-göçer olmaları itibariyle de Nişapur’la bir ilgileri bulunmamaktadır. Ayrıca, Hacı Bektaş-ı Velî’nin asıl şöhretini Anadolu’da edindiğini, Horasan’dayken insanların onunla beraber göç etmelerini gerektirecek bir etkisinin bulunmadığını düşünmek gerekir. Aynı şekilde Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak da, TDV İslâm Ansiklopedisi için kaleme aldığı “Hacı Bektaş-ı Velî” maddesinde, onun, yaşadığı dönemde Anadolu’da da yaygın bir şöhrete sahip olmadığının söylenebileceğini belirtmektedir.
Öte yandan Beydili (Begdili) aşiretinin Başkurtlar’la da bir ilgisi yoktur. Beydili, Bozoklar’ın 12 boyundan biridir. Bilindiği gibi Oğuzlar, 12’si Bozok, 12’si Üçok olmak üzere 24 boydan oluşuyordu. Kayı boyu da Bozoklar’dandır. Atmalıların kökeni Beydili aşiretine dayanmakla birlikte, ayrıca Rişvan aşiretinden söz edilmesi mantıklı görünmemektedir. Muhtemelen bu iddia, Dr. Mahmut Rişvanoğlu’ndan kaynaklanmaktadır. Şöyle diyor: “Rişvan topluluğuna bağlı bir oymaklar birliğini teşkil eden bir aşirettir. Osmanlı Tahrir defterlerinde Kars, Trabzon, Konya, Maraş ve Rakka arasındaki bölgelerde konar-göçer olarak, bazen Ekrat, bazan da Türkmen-Ekradı olarak geçmektedir.” (Saklanan Gerçek: Kurmanclar ve Zazalar’ın Kimliği, s. 502;http://www.kasanli.biz/viewpage.php?page_id=24)
Görüldüğü gibi, Osmanlı tahrir defterlerinde Atmalılar’ın Rişvan’a bağlı oldukları değil, Ekrat (Kürtler) veya “Türkmen Ekradı” (Türkmen Kürtleri) oldukları belirtilmektedir.
Necdet Sakaoğlu da, muhtemelen M. Rişvanoğlu’ndan etkilenerek, Atmalılar’ın Rişvan konfederasyonuna bağlı büyük bir boy olduğunu söylüyor (Mehmet Bayrak, İçtoroslar’da Alevi-Kürt aşiretleri [Sinemilli ve Komşu aşiretlerinin tarihi-edebiyatı], Ankara: Özge Yayınları, 2006, s. 30-31). Benzer şekilde Mehmet Eröz de, Rişvan’a bağlı gösteriyor (A.g.e., s. 38).
M. Rişvanoğlu’nun kaynağının Cevdet Türkay’ın “Başbakanlık Arşivi Belgeleri’ne Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar” adlı eseri olduğu anlaşılıyor (İstanbul: Tercüman Gazetesi, 1979). Eserde şu ifadeler yer alıyor:
“Atma, Atmalı (Atmalu), Atmanlı (Atmanlu): Darende Kazâsı (Kayseriyye Sancağı), Rakka, Malatya, Maraş, Arabgir Sancağı, Keban mâdeni (Malatya), Sivas, Trabzon, Of Kazâsı (Trabzon Eyaleti). Konar göçer Ekrâd taifesinden.” (A.g.e., s. 50)
“Atma, Atmalı (Atmalu), (Atmalı Kürdü): Maraş, Ebistan Kazâsı (Maraş Sancağı), Siverek Sancağı, Ankara Sancağı, Arabgir Sancağı (Sivas Eyaleti), Çirmen Sancağı, Keban Madeni Kazası (Harpırt Sancağı), Erzurum Eyaleti, Rakka, Diyarbekir, Kars, Çıldır Eyaletleri, Malatya Sancağı, Sivas, Kangal ve Aşudi Kazâları (Sivas Sancağı), Turgud Kazası (Konya Sancağı).” (A.g.e., s. 210)
Bu iki kayıttan ikincisinin, birincisine göre daha geç bir tarihe ait olduğu anlaşılıyor. Her ikisinde de Rakka adının geçmesi, 1690’lı yıllarda Rakka’da iskân edilenler arasında Atmalılar’ın da yer aldıklarını göstermektedir. İkinci kayıtta geçen Aşudi (Aşudı), eskiden, Darende’ye bağlı bir nahiye idi. Bu kayıtlardan, Atmalılar’ın Trabzon Of’tan Kars Çıldır’a, Ankara’dan Konya’ya kadar dağıldıkları ve zamanla gittikleri yerlerin sakinleri arasına karıştıkları anlaşılmaktadır. Bu kayıtlardan ilkinde, Atma’nın yanı sıra Atman ifadesinin de kullanılmış olması dikkat çekmektedir.
Araştırmacı Hüseyin Ecer ise, Atmalılar’ın aslında Rişvan olduğunu kabul ediyor. Ancak ona göre, Rişvan olarak bilinen topluluğun asıl adı Raşi’dir: “ATMALI veya orjinal söylemiyle Atmi, Otmi olarak bir asiret yapılanması söz konusu değil. Bahsedilen coğrafyada bu sıfatlarla Raşi aşiretinin REŞWAN, RİŞVAN’lastırılarak oradan da ATMALILAŞtırarak devşirilmeye çalışılmasıdır.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53804&uid=32929115806) (Ancak Ecer’in, Raşiler ile Rişvanlar’ı kastettiği, sadece isimlendirmedeki farklılığa itiraz ettiği görülmektedir: “Genel olarak kabul görülen Raşilerin Reşwanlar olduğu ve M.Ö. 3000 yıllarına kadar giden tarihsel verilerin belgeler olarak elde edildiğidir. Ancak yine de belirteyim her Raş, Raşi ya da diğer adıyla Reşwan degildir….”)
Hüseyin Ecer, delil olarak “sözlü tarih”i göstermektedir: “Sözlü tarihimizden devraldığımız bilgi Raşi oldugumuz, Selçuklu öncesi bu coğrafyada (Malatya-Maraş-Adıyaman) var olduğumuz ve dönemin sorunlarından dolayı İran KAŞANLI’ya dek uzanan bir göç yaşadığımızdır. İlhanlı devletinin son bulması ile birlikte Beyler savaşı olarak tabir edilen süreçte Daşt-e Kavir’den ata topraklarımıza geri dönüşümüzdür ve o dönem egemenlik sağlayan DULKADİROGLU beyliği sınırları içinde yer alan topraklarımıza yerleşmemizdir.”
Burada Kaşanlı’dan kasıt, Kaşan şehridir. Kaşan, İran’ın ortabatı kesiminde, Kevir Çölü’nün (Deşt-i Kevir, Daşt-e Kavir) batısında, Tahran’ın güneyinde ve İsfahan’ın kuzeyinde yer almaktadır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ka%C5%9Fan)
Selçuklu öncesi, tarih olarak, 1071 yılı öncesi demek olduğu için, böylesine uzak bir geçmiş söz konusu olduğunda yazılı tarihle çelişen sözlü tarihe (veya rivayetlere) itibar edilmesi mümkün değildir. O nedenle, yazılı kaynaklarla ne kadar örtüştüklerine bakmak gerekir.
Yukarıda belirtilen hususları yazılı kaynaklar çerçevesinde değerlendirmek gerekirse, 1335 yılında Ebû Said Bahadır Han’ın ölümüyle birlikte İlhanlı Devleti’nde iktidar mücadelesi başladığını ve bunun sonucu olarak Anadolu’daki Moğol hakimiyetinin son bulduğunu belirtmek gerekiyor. Bu dönemde, otorite boşluğundan yararlanan Halep ve Antep’teki Beydililer’in (Bozoklar) Malatya, Maraş ve hatta Yozgat civarına yerleştikleri bilinmektedir. Nitekim Dulkadiroğulları Beyliği Beydililer tarafından bu tarihte kurulmuştur. Yozgat’ın Osmanlı döneminde Bozok olarak adlandırılması ve halen oradaki geniş yaylanın Bozok Yaylası adını taşıyor olması, o dönemdeki göç olayından kaynaklanmaktadır. Bu dönemde yaşanan göçler konusuna ilerde tekrar döneceğiz. Ancak, Hüseyin Ecer’in dayandığı sözlü tarihin, gerçekte, bilinen tarihî gerçeklerin zaman ve yer bakımından birbirine karıştırılmış şekli olduğu anlaşılmaktadır. Atmalılar’ın atalarının bölgeye, İlhanlı Devleti’nin Anadolu’daki otoritesinin son bulduğu sırada, bağlı oldukları Beydili boyu ile birlikte Halep-Antep tarafından geldikleri çıkarımında bulunabiliriz. Hüseyin Ecer’in “Kaşan’a kadar uzanan göç” rivayeti de, Beydililer için (daha doğrusu, Beydililer’in en büyük oymağı olan Halep Türkmenleri için) doğrudur. Ancak, Beydililer’in içinde Kürtler obası da mevcuttu.“Bunlar, Uzunyayla’nın ve Sivas’ın güney bölgelerinin yanı sıra Halep ve çevresini kışlak olarak kullanmışlardır.” (Mehmet Öztürk, Oğuz Türkleri, İstanbul: Ledo Yayıncılık, 2007, s. 263) “Bu Türkmenler kırka yakın oba halinde yaşıyorlardı…. Büyük Karacalu ve Küçük Karacalu ile Kürtler’in obası Boz Ulus Oymağı içinde idiler…. Bütün Beydili obalarının başında ise beylerbeyi unvanı ile Firuzoğlu Şahin Bey vardı. Şahin Bey, Boz Ulus Obası’na mensuptu.” (A.g.e., s. 264) Beydililer’in içinde Kürtler obasının bulunması, aralarından bir obanın Kürtleştiğini göstermektedir. O dönemlerde günümüz “milliyetçilik” anlayışı ve “ulus devlet”lere özgü “dil” politikaları mevcut bulunmadığı için, Beydililer’in Kürtler’le akrabalık kurduğunu ve içlerinden bir obanın Kürtçe konuşmaya başladığını, bunun da yadırganmadığını düşünmek gerekir. Öyle ki, daha sonraları bütün Beydililer için “Kürt” sıfatının kullanıldığı da olmuştur.

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:21:32 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 2
« Yanıtla #35 : Mart 12, 2010, 04:07:10 ÖS »

F. Öztoprak şöyle demektedir: “1690 yılında Halep Türkmenlerinden Beğdililerin bütün obaları ile birlikte iskan edilmeleri için Kadızade Hüseyin Paşa’ya emir verilmiş, o da bu işe başlamış, Ağcakale’den Rakka’ya kadar yapılan iskan işini Yusuf Paşa tamamlamıştır. Yeni-İl’deki bütün Türkmen obaları bu iskana tabi tutulmuştur….
“Beğdililerin sözünü dinledikleri ve çok önem verdikleri Firuz Bey, bu iskan işini duyunca Türkmenlerin yazın geldikleri Uzunyayla’da onlara hitap etmiş, iskan işini beğenmediğini, yerleşmek isteyenlerin yerleşeceğini, onlara mani olmayacağını, ancak kendisiyle gelmek isteyenler var ise hazırlanmalarını söylemiş, oğlu Şahin Bey, Kenan Bey ve Kurt Bey’e veda etmiş, Güney Azerbaycan’a, Urumiye’ye doğru yola çıkmıştır. Onun niyeti ecdadının geldiği Horasan’a gitmekmiş ama, Urumiye’ye varınca orada kalmış.” (http://www.mengensofular.com/?q=content/view/75/10)
Bunun nedenini Mehmet Öztürk şöyle açıklamaktadır: “Çünkü İran’da bu beylere Türk asilzadesi unvanı verilerek karşılanıyor, büyük destek ve itibar görüyorlardı.” (Mehmet Öztürk, Oğuz Türkleri, s. 266) (Osmanlı’nın, günümüzde birçoklarının iddia ettiğinin aksine, bir Türkleştirme politikası yoktu. Özel olarak Türkler’e itibar edilmesi gibi bir siyaset izlemediği de, bu örneklerden ve devşirmelerin durumundan bellidir. İran’da ise Türkler’e itibar edildiği anlaşılıyor. Ancak, İran’a gitmek, Şiîleşmek anlamına geliyordu. Ayrıca zamanla Fars kültürü baskın hale gelmiştir.)
Hüseyin Ecer’in Kaşan’dan tekrar Malatya civarına yaşanan göçle ilgili söylediklerinin doğru olduğu, kendilerini “Kaşanlı” olarak adlandırmaya devam eden bir kitlenin mevcut olmasından bellidir. Ancak, bunların, zamanında İran’a göçenler olup olmadığı konusunda birşey söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte, her halükârda, bir kısım Atmalılar ile Kaşan’dan gelenlerin akrabalık kurdukları ve bunların soyundan gelenlerin Atmalı kökenleri ile Kaşan kökenlerini birbirine karıştırdıkları anlaşılmaktadır.
Benzer şekilde, internette, Kazım Erdoğan’a ait şöyle bir metin yer almaktadır: “1993 yılından beri kendi aşiretim üzerine araştırma yapmaktayım. Araştırma yapmam tesadüf bir olayla başladı. 1989 yılında Ankara’da fotokopi ve kırtasiye işi ile uğraşmaktaydım. İşyerine fotokopi çekmeye gelen iki genç aralaarında Kürtçe konuşuyorlardı. Merak etim sordum. Kaşanlı olduklarını söylediler. Türkçe konuştuğumda Kürtçe, Türkçe bilmediklerini söylediler. İran Kaşanlı olduklarını öğrendim. Üç ay Ankara’da arkadaşlığımız oldu. Kendileri mülteciyidiler. Onlardan çok ilginç bilgiler aldım. Ali ismindeki kişi öğretmendi. Kendileri de Yukarı Kaşanlı olduğunu, Xarhasan (Kelhasan) kabilesinden olduğunu anlattı. Daha sonra yaptığım araştırmalar da Kaşanlı veya Kelhasan olarak tabir edilen kabilelerin aslen Afşin Kaşanlı köyünün bulunduğu yerde Sünni Anadolu Selçuklu devleti tarafında İran’a sürüldükleri. Kaşan isminin Farsça olduğunu ve Saraycık anlamına geldiğini öğrendim. Timurleng döneminde Timurleng tarafını tutarak! Kaşan’da Timurlenk'in oğlu İlhan’ın adı ile devlet kurdukları, Padişahı Alikut olduğu, Alikut’un üç oğlu olduğunu, Kelhasan, Muhamat ve Vakas Mirza olduğunu öğreniyoruz. Alikut ölünce Horasan Padişahı Hasan babasının yerine geçmesiyle kardeşi Vakas Mirza ile araları açıldığını ve bu nedenle devletin yıkıldığı. Kelhasan’ın kendi taraftarları ile Diyarbakır’a geldiğini Minorski’nin Kürt aşiretleri kitabından, yaşlılardan öğrenmekteyiz. Yine köyün en yaşlı insanı Nisko İbrahim'den aldığım bilgiye göre Diyarbakır ile araları açıldığı, Kelhasan’ın önemli adamlarında Pirhusin'in idam edilmesi üzerine aşiretin dağılarak Malatya Doğanşehir’e geldiğini söyledi. Sonra da yaptığım araştırma İbrahim dedeyi kesinlikle doğrulamaktadır. Kelhasan’ın mezarının Topraktepe civarında olduğunu, yöre halkı Xalıkxan dedikleri Kelhasan’dır. İran Kaşan’da Kelhasan kutlamaları yapıldığı ve nereye gitiğini İranlı Kelhasanlar’dan öğrenmiştim. Doğanşehir’de Balyan aşiretinin ihaneti üzere dağıldıkları ve söylenenlere göre babadiyarı dedikleri şimdiki Kaşanlıya göçtükleri söylenmektedir. Bir dağın adı! Diyar baba olması bu ihtimali güçlendirmektedir. Atmi aşiretinden 200 ailenin Sivas üzerinde Konya kadar gitiği bilinmektedir.” (http://www.kasanli.biz/viewpage.php?page_id=24)
Afşin’in Kaşanlı köylülerinin, yukarıdaki bazı ifadeleri aynen aktardıkları görülmektedir:
“Köyün adı İran’ın Kaşan şehriyle aynı olup nereli olduğu sorulan köy halkı ‘Em e Qaşina’ şeklinde cevap vermektedirler (ilginç olan İran’da da kaşi sözcüğü kullanılıyor), bu da köy halkının İran’dan gelmiş olma ihtimalini doğurmaktadır. Kaşanlı köyü bölgenin en eski köylerin den olup köy halkının 15'inci yüzyıl ortalarında bölgeye yerleştiği tahmin edilmektedir. Kaşanlının bölgedeki diğer köyleri Male çiya, Poskoflu, Örenli ve Haticepınarı köyleridir.... Örenli ve Haticepınarı devletin sonradan uydurdugu isimlerdir, cünkü Kurmancî olarak köylüler Gundî jori (yukarı köy) demektedirler. Poskoflu'yada şu an ‘İnci köy’ diye bir isim uydurulmustur.
“Tarih'e Genel Bakış: Kaşanlı topluluğu, günümüz İran’a bağlı Kaş şehrinden asırlar önce göçüp Diyarbakır, Siirt, Mardin gibi illere gelmişlerdir. Dinî sorunlardan dolayı çoğu Kaşanlı (Kaşî) halkı Malatya, Maraş gibi illere taşınmıştır. Ama halen Diyarbakır, Siirt ve Mardin’de yaşayan Kaşî halkı mevcuttur; bunların çoğu dinî benliğini korumaktadırlar.
“Alıntı: Timurleng döneminde Timurleng tarafını tutarak! Kaşan’da Timurlenk'in oğlu İlhan’ın adı ile devlet kurdukları Padişahı Alikut olduğu, Alikut’un üç oğlu olduğunu Kelhasan, Muhamat ve Vakas Mirza olduğunu öğreniyoruz. Alikut ölünce Horasan Padişahı Hasan babasının yerine geçmesiyle kardeşi Vakas Mirza ile araları açıldığını ve bu nedenle devletin yıkıldığı. Kelhasan’ın kendi taraftarları ile Diyarbakır’a geldiğini Minorskini Kürt aşiretleri kitabında yaşlılarda öğrenmekteyiz. Kelhasan’ın önemli adamlarında Pir Husin'in idam edilmesi üzere aşiretin dağılarak Malatya Doğanşehir’e geldiği… Kelhasan’ın mezarının Topraktepe civarında olduğunu yöre halkı Xalıkxan dedikleri Kelhasandır.
“Alıntı: Kaşanlı, 1400 yılların sonunda İran’ın Kaş şehrinden gelip Mardin’e yerleşmiştir. Mardin’de dini nedenlerden dolayı Göç etmek zorunda kalmışlardır. 2 veya 3 ev Diyarbakır’a gitmiş. Geri kalanlar Malatya’nın Doğanşehir ilcesine su anki ismiyle Topraktepe Köyü olan Köye yerleşmişler. Bir kısmı oradan şu anki ismiyle Elbistan ilcesine bağlı Atmalı Kaşanlı olan köye gelmiş ve oraya yerleşmişlerdir. Bundan 294 yıl önce yani Karabekirler Zamanında şu an Afşin Kaşanlı köyüne gelmişler.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Ka%C5%9Fanl%C4%B1,_Af%C5%9Fin)
Burada da, yanlış ve doğru bilgilerin bir arada verildiği görülüyor. Atmalı Kaşanlı olduklarını söyleyenlerin 294 yıl önce Kaşanlı’ya gelmiş olmaları da mümkün görünmüyor. Çünkü Afşin-Kaşanlılar, Elbistan köylerinden gelmiş bulunuyorlar. Oysa Elbistan’ın Kaşanlı köylerinin bile tarihi 294 yılı bulmuyor. Öte yandan, İlhanlı Devleti Timur’un değil, Cengiz’in soyundan gelenler tarafından kurulmuştur. Timur İmparatorluğu İlhanlı Devleti yıkıldıktan sonra kurulmuştur. Timur’un İlhan adında bir oğlu da yoktur. Yerine oğlu Şahruh geçmiştir. Bir diğer oğlunun adı Miranşah’tır. Tarihte Alikut adlı bir hükümdar yaşamadığı gibi, böyle bir hükümdarın Muhammed, Kel Hasan ve Vakkas Mirza adlarında oğullarının bulunduğu da bilinmiyor. Burada sözü edilen Kelhasan, bir aşiret reisi olmalıdır. Topraktepe gibi küçük bir köye yerleşmiş olması da buna işaret ediyor. Bu aktarılanlardan anlaşıldığı kadarıyla, İran’ın Kaşan kenti yakınlarından gelen bazı insanlar Doğanşehir’in Topraktepe köyüne yerleşmişler ve kendilerinden önce veya sonra aynı yere gelip yerleşmiş olan Atmalılar’la akrabalık kurmuşlardır. Bu insanların torunlarının, Atmalı atalarının kökeni ile Kaşan kökenlerini karıştırdıkları görülmektedir.
Asıl konuya dönersek, Rişvan aşireti konusunda bilimsel bir araştırma yapmış olan Doç. Dr. Faruk Söylemez’in eseri, Atmalı-Rişvan ilişkisiyle ilgili iddianın yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Bu eserde Atmalılar, Rişvan’a bağlı cemaatler/topluluklar arasında gösterilmemektedir (Osmanlı Devletinde Aşiret Yönetimi: Rişvan Aşireti Örneği, İstanbul : Kitabevi, 2007). İnternette yer alan bir metinde de, bunlardan ayrı aşiretler olarak söz edilmektedir: “Köy, kasaba ve şehir hayatına uyum sağlayan aşiret ve oymaklar tarihî akış içindeki etkinliklerini, cumhuriyetin ilanından bu yana, özellikle de 2. dünya savaşı sırasında başlayan kent göçleriyle, büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Bu ihbarla aşiret-oymak bağımlılığı artık yok sayılabilir. Günümüzde de adından söz edilen belli başlı aşiretlerinden bazıları şunlardır: Rişvan, Atmalı, Alaca Atlı, Bargi, Çakallı, Dervişan, İzoli, Gül-benekli, I larbendeli, Kapturgalı, Karaşah Kulu, Kavi, Mihmanlı Salarlı, Şamyörükleri, Türkmen, Dirijan (Dirican).”
(http://www.ahmetsenturk.net/index.asp?id=366&syf=haberler&x=Malatyan%FDn%20K%FClt%FCrel%20Dokusu)
Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Said Öztürk ve Yaşar Baş’ın hazırladıkları. “Darende Tarihi” adlı eserde (Malatya: Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi, 2002) “Darende Çevresinde Bulunan Bazı Aşiretler”in listesi yer alıyor. Buna göre, bu havalideki aşiret/cemaatlerin çoğu Beğdili boyuna bağlı. Rişvan’a bağlı olanların sayısı ise sadece bir.. Atmalu (Atmalı) hakkında ise “boy” bilgisi mevcut değil. “Boyu-Taifesi: Belirsiz, Bağlı Olduğu Aşiret: Atmalu” deniliyor. “Açıklama” olarak “Konar Göçer Ekrad Türkmeni” olduğu bilgisi veriliyor. Ayrıca Aşudı’da (Aşudu) oldukları, yani yaşadıkları ifade ediliyor (A.g.e., s. 249). Aşudı (bugünkü Günpınar), 1530’da Darende’nin Ovacık nahiyesinin bir köyü iken, 1583 tarihli Yeni İl defterinde nahiye olarak kaydedilmiştir. 1831 sayımında da nahiye olarak geçmektedir (A.g.e., s. 114-115). 1844 yılı temettuat sayımına göre Aşudı, Darende’nin 19 köyü içinde en kalabalık ikinci köydür (A.g.e., s. 234. Bununla birlikte, bu kayda bakarak Atmalılar’ın sadece Aşudı’da bulunduklarını düşünmek hatalı olur.) Atmalılar’ı Rişvan’dan ayrı düşünmek gerektiği buradan da anlaşılmaktadır.
Bütün bunlardan daha önemli olan nokta, XVI. yüzyıla ait tahrir kayıtlarında Atmalı adı geçerken Rişvan’dan hiç bahsedilmiyor oluşudur. (Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası: 1516-1560, s. 202.)

2. İkinci tez, Orta Asya’da veya Horasan’da köken aramaksızın, salt arşiv belgelerinde yer alan tanımlamalardan hareketle kimlik tespiti yapma esasına dayanmaktadır. Gerçekten de, Osmanlı arşiv belgelerine bakıldığında, Atmalı aşiretinin “Türkmen” kökenli olduğunu söylemek mümkün olabilir. Bu çerçevede Prof. Dr. Mehmet Eröz, Dr. Mahmut Rişvanoğlu ve Cevdet Türkay’ın eserlerinde Atmalı’dan, yukarıda da geçtiği gibi, Türkmen Ekradı (Türkmen Kürtleri) olarak söz edilmektedir. (http://site.mynet.com/akkale27/)
Benzer şekilde şu görüşler de ileri sürülmektedir:
“Atmalı Aşireti: Kayseri yöresinde görülen bu topluluk ‘Kürt Türkmeni’ olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı kaynakları konar göçer toplulukları anlatırken ilginç ifadeler kullanmaktadır. Bu tür ifadeler arasında ‘Türkmen Kürdü’, ‘Kürt Yörüğü’, ‘Kürt Türkmeni’ gibi sözler vardır…. Alman Feldmareşal Moltke, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Doğu Anadolu'nun bir çok yerlerini gezdi ve gözlemlerini ‘Türkiye  Mektupları’ adlı kitapta topladı.   General Moltke, 6 Nisan 1838'de yazdığı mektupta … bakın ne yazıyor: ‘Pazarcık ovasını geçtik. Bu ovada üç Türkmen kabilesi: Atmalı, Kılıçlı, Sinimililer konaklamıştı. Bu üç kabile halkı 2000 çadırda oturuyordu. Reşit Paşa, en nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra bu Türkmenler de hükümete karşı olan   sevgi ve bağlılıklarını ilan etmişlerdi ve 400 kese akçelik (20.000 florin) bir salma (yani vergi) ödüyorlardı.’ ” (http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=42979&start=10)
Bunun yanı sıra, lisanla ilgili bir özelliğe dikkat çekenler de vardır: “Atmalı aşiretinin Maraş ve Adıyaman köylerinin adları hiç değişmemiştir ve Türkçe’dir: Tilkiler, Haydarlı, Sadakalar, Karahasanlar, Ağcalar, Kabalar, Kizirli, Kızkapanlı, Ketiler, Karalar, Turuçlu, Mahkanlı...” (http://www.angelfire.com/tn3/tahir/trk16.html) Bununla birlikte, Besni’ye bağlı Karalar köyünün diğer ismi Karkon’dur (http://nn-no.facebook.com/group.php?v=wall&viewas=0&gid=32929115806)
Bu tez çerçevesinde Atmalı aşiretinin Kürtleşmiş Türkmenler olduğu söylenebilir. Öteden beri içlerinden büyük bir bölümün Türkçe ile Kürtçe’yi birlikte kullandıkları da bilinmektedir.  
Ancak bu teze şu şekilde bir itirazda bulunulmaktadır:
“Cemal Şener, birçok Alevi-Kürt aşiretinin yanısıra, mesubu bulunduğum Maraş yöresindeki Sinemilli aşiretiyle Atma ve Kılıçlı aşiretlerini Türkleştirme uğruna yoğun ve zorlama bir çaba içerisine giriyor. Gösterdiği kaynaklardan biri, Mareşal Moltke’nin Türkiye Mektupları adlı eseridir (Bkz. Remzi Ktb. İst.1969). 1835-1839 yılları arasında Osmanlı Ordusunda müşavir-subay olarak bulunan Moltke’nin eserinin yaklaşık yarısı Kürtler’i işlemektedir. Bu kitap, 19. yüzyılda Kürtleri işleyen yüzlerce seyahat notlarından biridir. Burada Sinemilli, Atmalı, Kılıçlı aşiretlerinden ‘Türkmen kabileleri’ olarak sözedilmesi tamamen bir yanılgıdır....
“19. Yüzyılda bu aşiretlerden sözaçan ya da doğrudan aşiretler üzerinde yoğunlaşan onlarca eserden sözetmek mümkündür. Sözgelimi, yine bir Alman olan Dr. O. Blau, daha 1858 yılında yayımladığı ‘Die Stämme des nordöstlichen Kurdistan’ (Kuzeydoğu Kürdistan’da Aşiretler-Kavimler) konulu bir incelemesinde (Zeitschrift der deutschen morgenlandieschen Gesellschaft, Leipzig-1858 içinde) daha çok İran’daki Kürt aşiretlerini; ‘Nachrichten über kurdische Stämme’ (Kürt Aşiretleri Üzerine Haberler) konulu bir başka incelemesinde de (Aynı dergi, Leipzig-1862) birçok farklı bölgenin yanısıra Maraş yöresi aşiretlerini de sıralar. Burada adları anılan Kürt aşiretleri şunlardır: Çakallü, Celikanlü, Sinamenlü, Qiliçlü, Atmülü. (Bkz. agy. s. 608)
“Bu aşiretler hakkında bilgi veren bir başka batılı araştırmacı ise, ünlü Fransız antrapolog Ernest Chantre’dir. (Bkz. Bulletin de la Cociété de Anthropologie de Lyon, 1881-1882).
“Bu aşiretlere ilişkin en ayrıntılı bilgileri veren Batılı araştırmacı ise, 1919’ad bölgeyi doğrudan gezen Bibaşı Noel’dir. İlkin, notlayarak Hevi gazetesinde yayımladığımız (Sayı: 73-86, 1998) ‘Binbaşı Noel’in Günlüğünde Orta Anadolu Kürtleri’ konulu yazı dizisinde bu aşiretlere ilişkin geniş bilgi vermektedir....
“İşin ilginç yanı, Cemal Şener’in yerli kaynaklardaki bilgileri bile rahatlıkla çarpıtabilmesidir. Sözgelimi Şener, Cevdet Türkay’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler adlı eserinde; bu aşiretlerden ‘Konar-göçer Türkmen Ekradı (Türkmen Kürtleri)’ diye sözedildiğini iddia etmektedir. Oysa, adı geçen eserde ... Atmalı aşireti de ‘Konar-göçer Ekrad taifesinden’ şeklinde geçmektedir. (a.g.e, s. 210) ... Cemal Şener’in başka bir referansı ise, Sosyolog Doç. Dr. Mehmet Eröz’dür. MHP kökenli bu sosyologun bütün hayatı Kürtler’in Türklüğünü ispatlamaya çalışmakla geçmiştir.” ((Mehmet Bayrak, İçtoroslar’da Alevi-Kürt aşiretleri [Sinemilli ve Komşu aşiretlerinin tarihi-edebiyatı], Ankara: Özge Yayınları, 2006, s. 347-348;http://www.navkurd.net/nivisar/mehmet_bayrak/alevi_kurt.htm)

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:22:50 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 3
« Yanıtla #36 : Mart 12, 2010, 04:09:13 ÖS »

Ancak, bu itirazlar da, delillerin kuvveti bakımından, karşı çıkılan tezlerden daha iyi durumda değildir. Çünkü, Mareşal Moltke’nin aktardığı bilgiye karşı Binbaşı Noel’in görüşünü tercih etmek için ikna edici bir neden yoktur. Hatta, ilki daha eski bir tanıklık olduğu için daha önemli ve geçerli kabul edilebilir. Mehmet Eröz’e karşı oryantalistleri tercih etmek için de makul bir sebep gösterilemez. Önemli olan, dayanılan delillerdir. Bu çerçevede, asıl üzerinde durulması gereken konu, “Türkmen Ekradı” veya “Kürt Türkmeni” ifadesinin nasıl anlaşılması gerektiğidir. Bu Kürtleşmiş Türk veya Türkleşmiş Kürt oldukları anlamına gelebilir. Ancak, Sünnî Atmalıların Şafiî değil Hanefî olması, köken olarak Kürt olmaları ihtimalini azaltmaktadır. Öte yandan, Kürtler’den bir topluluğun Beydililer’in arasına katılarak Kürtler adlı oymak oluşturmaları için mantıklı bir neden yoktur. Fakat içlerinden bir oymağın Kürtler’le akrabalık kurmaları sonucu Kürtleşmiş olmaları mümkündür.
(Öte yandan Mehmet Bayrak’ın, objektif bir bakış açısıyla ve gerçeği arama kaygısıyla değil, peşin hükümlerine dayanak arama gibi bir saikle hareket ettiği görülmektedir. Mesela Binbaşı Noel’in hatıralarını olduğu gibi aktararak adeta Türk düşmanı, sonuna kadar Kürtçü bir Atmalı aşireti reisi Yakup Paşa / Paşa Yakup portresi çizmektedir. Noel’in, Yakup Hamdi Paşa’ya misafir olduğu ve yanından memnun bir şekilde ayrıldığı doğrudur, fakat hikâye bundan ibaret değildir. Nedense Mehmet Bayrak, Yakup Paşa’nın daha sonra izlediği politikadan hiç söz etmemektedir. Yakup Hamdi Paşa ve Tapo Ağa Kuvay-ı Milliye karşıtı gözükerek İngiliz Gizli Servis Ajanı E.W.C. Noel’den silah temin etmişler, sonra da Sivas’ta yapılan kongreye [4 Eylül 1919] bağlılık telgrafı çekmişlerdir. Ayrıca, Kuvay-ı Milliye hareketine katılarak bağımsızlık mücadelesine destek vermek amacıyla 15 Eylül 1919’da Pazarcık Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kuranlar arasında yer almışlardır. Kurulan irtibat üzerine üç ay sonra, Aralık ayı başlarında Kılıç Ali Bey, iki hafif makineli tüfek ve on beş askerle Pazarcık’a gelmiştir. Kılıç Ali, ilk olarak Döşeme’deki Ağa'nın Yurdu denilen yerdeki çadırlarında Yakup Hamdi Paşa ve kayınbiraderi Tapo Ağa ile irtibat kurmuş, mücadelenin şekli, Atmalılar’a ve Sinemilliler’e düşen görevler belirlenmiştir. TBMM’nin 23 Mayıs 1926 tarihli oturumunda Pazarcık Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri ve Yakup Paşa, Kurtuluş Savaşı’nda gösterdikleri üstün hizmetlerden dolayı “Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası” ile taltif edilmişlerdir. [Yakup (Hamdi) Paşa’ya Paşo Ağa denildiği de görülmektedir. Bazıları yanlışlıkla Raşo Ağa demektedirler.] Osman Necati Erginöz, hatıralarında şöyle yazmaktadır: “… Pazarcıklı Atmalı Aşireti Reisi Paşo Ağa'nın 350 kişilik Kürt kolu, Maraş merkez halkı ile birlikte Maraş'ı sarmışlar ve düşmanla amansızsa mücadele etmişlerdir.” [http://www.bizimelbistangazetesi.com/yazar.asp?yaziID=2] Milli Mücadele yıllarında Fransızlar’la Ermeniler birlikte hareket etmiş, bölgedeki Ermeniler’in lideri olan Agop Hırlakyan, Engizek Yaylası’nda komşusu olan Tapo Ağa ile irtibata geçmiş, kendilerini desteklemelerini istemiştir. Tapo Ağa ve eniştesi Yakup Hamdi Bey [Paşa Yakup], çadırda Fransız ve Ermeniler’le görüştükten sonra dışarı çıkarlar. İkisi de Fransız görüşmeciler ile Agop Hırlakyan'ın tekliflerinden rahatsız olduklarını, böyle bir teklifin kendilerini rencide ettiğini, bu nedenle Agop Hırlakyan’ı ve Fransızlar’ı öldürmek istediklerini, ancak bu kişilerin çadırlarında misafir olmalarından ve geleneklerinde misafir öldürme bulunmadığından bunu yapmadıklarını, görüşmecilere tekliflerinin yanlış olduğunu, Milli Mücadele’nin yanında olmanın namus meselesi olduğunu söylediklerini açıklamışlar, Fransızlar ve Ermeniler geri yollanmıştır. [http://www.haber46.com.tr/modul.asp?id=38] “Pazarcık’a giden ve Atmalı Aşireti reisi Yakup Hamdi’ye ve Sinamili Aşireti reisi Tapo’ya para götüren ve Fransız işgalini kabûl etmesi karşılığında onlara jandarma komutanı olacağını müjde olarak haber veren Agop Hırlakyan’ın damadı Karlozoğlu Osep’in [Kılıç Ali’nin bildirdiğine göre Ohannes] de Yakup Hamdi [ya da jandarma komutanı Ramazan] tarafından yakalanıp Kuvay-ı Milliye’ye teslim edildiği haberi de o anda alındı.” [Hatice Başkan, Türk Basınının Fransız İşgali Altındaki Maraş’ı  İşlemesi (15 Eylül 1919 - 11 Şubat 1920), Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Eylül 2006, s. 47; kutuphane.ksu.edu.tr/e-tez/sbe/T00592/hatice_baskan_tez.pdf] Nitekim Paşa Yakup, eşraftan Batumlu Ali, Pazarcık Müftüsü Veli, Sinemilli Aşiret Reisi Tapo Ağa, mücahidlerden Silo ve Belediye Reisi Hacı Mehmet’le birlikte, Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na, “Pazarcık Protestonamesi” olarak bilinen şöyle bir protesto telgrafı göndermiştir. Bu telgrafın bir nüshası da Ankara’ya, Millî Kongre Riyaseti’ne gönderilmiş ve Hakimiyet-i Milliye’nin 15 Kanun-ı sani (Ocak) 1336/1920 tarihli nüshasında neşredilmiştir. [http://www.haber46.com.tr/modul.asp?id=38] Bir başka kaynağa göre ise, 15 Aralık 1919 tarihli nüshada yayınlanmıştır. [Hatice Başkan, a.g.e, s. 29; kutuphane.ksu.edu.tr/e-tez/sbe/T00592/hatice_baskan_tez.pdf] Bunun ardından Antep'teki işgal komutanlığına bir protesto daha gönderilir [http://www.haber46.com.tr/modul.asp?id=38]. 5 Ocak 1920 Perşembe günü Fransızlar toplu halde Ceceli Köyüne saldırmışlar, köyü yakmış, hayvanları ve eşyalarını yağma etmişlerdir. Bunun üzerine Muallim Hayrullah ve Benli Ökkeş Çeteleri Fransızlar’a taarruz etmiştir. Bazyezidoğlu Muharrem ve Zafer Beyler de çeteleri ile Keller [İl-oğlu] Köyünün arkasına indiler. Bir yandan da Yakup Hamdi ve Atmalı Aşireti, silahları ile Dehliz mevkiinden Fransızlar’a doğru ilerledi. Onlar ilerlerken İslahiye’den Maraş'a ağır makineli tüfekler ve toplarla teçhiz edilmiş bir Fransız Taburu geliyordu. [Hatice Başkan, a.g.e, 72; kutuphane.ksu.edu.tr/e-tez/sbe/T00592/hatice_baskan_tez.pdf;http://www.haber46.com.tr/modul.asp?id=38;  http://tarihveegitim.blogcu.com/pazarcik-tarihi-bolum-2/6363188] O arada, Dehliz’de bulunan Yakup Hamdi (Paşa Yakup) müfrezesi ve Atmalı aşireti kuvvetleri, Fransızlar’ı durdurmak için Bababurnu’na yerleşmiştir. Fransız Generali Abadi, Pazarcık'taki iki büyük aşiretin kendileri ile olan mücadelelerinin en önemli kısmı olan ikmal yollarının kesilmesi ve takviye birliklerinin Kahramanmaraş'a gelmesini engellemelerini şu şekilde anlatmaktadır. “Fransız taburunun Maraş’a intikalinde pusuya düşürülmesi görevi Atmalı ve Sinemilli aşiretlerinin reislerine verilir. Yakup Hamdi Bey komutasındaki Atmalı grupları Balkayası'nda, Tapo Ağa komutasındaki Sinemilli grupları ise Aksu Köprüsü'nde pusu kurmuşlardır. Böylece Maraş'a gelen Fransız taburunun yok edilmesi sağlanmıştır. Maraş'ın kurtuluşu sağlandıktan sonra Pazarcık'ta bulunan Sinemilli Aşiret Reisi Tapo Ağa, Atmalı Aşiret Reisi Yakup Hamdi Bey ile birlikte Gaziantep savunmalarında aktif rol almışlardır.” [http://www.haber46.com.tr/modul.asp?id=38] Görüldüğü gibi, Mehmet Bayak olayı olduğu gibi değil, görmek ve göstermek istediği gibi aktarmaktadır. Ayrıca, bir Atmalı olan Molla Mehmet Karayılan ile Atmalılar’dan oluşan çetesini de görmezden gelmektedir.)
Muammer Şahin, “Babam” adlı eserinde (İstanbul, 2004; muammersahin.com/BABAM_kitap.pdf), şu anda Horan (Horun) kenarındaki Deregezen köyünden yaşayan Atmalı aşiretinden Bölükbaşı sülalesinin Türkmen kökenli olduklarını ifade etmektedir. (s. 25) Ayrıca kendilerinin de Türkmen asıllı oldukları sonucuna vardıklarını şu şekilde dile getirmektedir: “Nitekim, 1990 yılında 8’inci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, Polat Barajı’nın açılışı için Polat’a geldiğinde: ‘Muammer, Polat köyünün adetlerine, geleneklerine ve folkloruna bakınca, buranın Türkmen köyü olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, gösteri oyununu oynayan insanların tiplemeleri, şişikleri ve karacaları, bu köyün tamamen Türkmen boyu olduðunun bir ispatıdır’ diyerek, …” (A.g.e., s. 32)
Halil Arık adlı bir araştırmacı ise şunları yazmaktadır:
“Tarih ve aşiret araştırmacılarının büyük çoğunluğu, hanefi-sünni inanca bağlı olarak bilinen Kürt Aşiretleri ile Alevi inanca bağlı Kürt aşiretlerinin ‘Kürtleşmiş Türkler’ olduğunu dile getirmektedirler. Özellikle Süleyman Sabri Paşa’nın ‘Van Tarihi ve Kürtleşmiş Türkler Hakkında İncelemeler’ adlı eserinde Maraş-Pazarcık yöresindeki Atmalı Aşiretinin bu değişime en belirgin örnek olarak göstermektedir.” (http://tarihveegitim.blogcu.com/pazarcik-tarihi-bolum-2/6363188)

3. Üçüncü bir teze göre, Atmalı aşiretinin kökeni Irak’taki Kelhur aşiretine dayanmaktadır. Bu tezin sahipleri, Malatya-Arguvan’daki alevî (veya alevîleşmiş) Atmalı köylülerinden ibarettir. Çobandere (Şotik) köyünden Battal Baki Çıplak şunları yazmaktadır:
“Atma Aşireti ile ilgili elimizde yazılı kaynaklar bulunmamaktadır. Ancak Doğu Anadolu Bölgesindeki aşiretlerle ilgili olarak yazılan kitaplardan Atma Aşireti ile ilgili yazılan yazılardan yararlanabilmekteyiz. Bir de köyümüz ile komşu köylerin yaşlılarından ve nesilden nesile anlatılanlardan dinlediklerimizden yararlandık. Bu kaynaklara göre Atma Aşireti (Rumi 1050) 1634 yıllarında bilmediğimiz bir nedenle IRAK'ın Gülhur boyundan ayrılarak Anadolu'ya gelmiştir. Mehmet Emin Zeki adlı yazara göre de (Kürdistan adlı eserinde) Irak'tan ayrılan 500 çadırlık bu topluluk Atmanikan ismi ile anılmakta imiş. Bu kanala göre Atmanikan Aşireti hayvancılıkla uğraşmakta olup, hayvanlarına daha iyi otlak yerleri bulmak için Anadolu’ya gelmişler. Hayvancılıkla uğraşan göçebelerin yaşam tarzları hepimizce bilinmektedir. Onlar çadırlarda hayvanlarının en iyi otlatılacakları yerlerde yaşamaktan mutluluk duyarlar. Mehmet Nuri Dersimli'ye göre de Atma Aşiretinin tamamı Dersim’den gelmedir. Dersim’den Malatya'ya göç etmiş ve buraya yerleşmişlerdir. Bu tezin yazarı tezini ispatlayacak bir kaynak gösterememiştir. Sadece kendi fikri olarak ileri sürmüştür. Bu tez bizce gerçekleri yansıtmamaktadır. Zira Atma Aşireti Mensuplarının Maraş, Antep yörelerinde yaşadıklarına dair nesilden nesile gelen bilgiler bulunmaktadır. Atma aşiretinin dili Kurmancı iken Dersimlilerin dili Zazaca’dır. Bu da ileri sürülen tezin gerçekçi olmadığının bir belirtisidir. Gaziantep yöresinde yaşayan Atmalılar'a göre ise bu aşiret Irak'tan gelmedir. Hatta Gaziantep Atmalıları arasında yaygın bulunan rivayete göre Atmalılar Irak'tan gelirken Fırat suyunu geçişlerinde aşiretin ileri gelen iki kardeşten biri soyunup öyle suyu geçelim derken, küçük kardeşi atlarımız bu suları geçer sürüp gidelim der ve atılı Fırat sularına sürer arkadan aşiretin diğer kısımları da atlarını sürerler ve 'Veyy çi horta' derler. Atları ile Fırat suyunu geçenlere Hortoğulları, soyunarak Fırat suyunu geçenlere de Çıplakoğulları denildiği söylenir. Malatya Balyan Aşireti'nin tarihi gelişimini yazan Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu'nun hazırladığı 1991 basım tarihli eserine göre de Atma Aşireti (sayfa,  konar göçer aşiretlerin en büyüğü olan Rişvan Aşireti'ne bağlı olduğunu ifade etmektedir. Bu tez de yaşlılardan rivayet yoluyla gelen bilgilerle bağdaşmadığı için gerçekçi görülmemektedir. Gerek eldeki kaynaklar ve gerekse yaşlılardan nesilden nesile gelen rivayetlere göre Atma Aşireti'nin Irak'tan geldiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Iraktan gelen ve göçebe hayatı yaşayan, hayvancılıkla geçimlerini sağlayan Atma Aşireti önce Antep, Maraş yöresine yerleşmiş, sonra bunların bir kolu Malatya yöresine göç etmiştir. Halen Antep ve Maraş illerinde Atma Aşireti'nin kolları yaşamlarını sürdürmekteler. Malatya'ya gelen Atma Aşiretliler Malatya-Arapgir yolu üzerinde şimdi Aşağı Atma adını taşıyan bölgeye yerleşmişler, burada dönemin Devlet Yönetimi ile araları açıldığından yaşlılar, hastalar ve onların yakınları dışında kalanlar göç ederek bugün Arguvan İlçesi Kızık ve Kadabela (Güngören) köyleri arasında bulunan bölgeye taşınmışlardır. Buraya halen Şotik Harabeleri denilmektedir. Burada da vurguncu olan Raşi Aşireti tarafından talan edildiklerinden daha yukarıya dağların arasına göç ederek bugünkü Şotik Köyü'ne gelip buraya yerleşmişlerdir. Malatya-Arapkir yolu üzerindeki yerleşim yerinden göç ederken orada kalanlar bugünkü Aşaği Atma köylerini oluşturmuşlardır. Bunlar çevrenin etkisiyle asimile olarak Sünni mezhebini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Göç edip bugünkü Yukarı Atma köylerini meydana getirenler ise Alevi inanışını sürdürmektedirler. Şotik Köyü'nü kuran Atma Aşireti'nin kolu Yukarı Atma adını almıştır. Şotik Köyü Yukarı Atma Aşireti'nin merkezi olmuştur. Aşireti yönetenler hep Şotik Köyünden çıkmıştır. Şotik Köyü'nün kuruluşundan sonra komşu aşiret olan Dırejan Aşireti ile yıllarca mezhep kavgaları sürmüştür. Zira Dırejan Aşireti Sünni, Yukarı Atma Aşireti Alevi inanışını kabul etmiştir. Bu iki aşiret arasında yıllarca süren düşmanlık araya giren komşu köylerin çabaları sonucu barışla noktalanmıştır. Şimdi ise zaten böyle bir sorun yoktur. Yukarı Atma Aşiretini meydana getiren köyler şunlardır: Şotik (Çobandere), Bırik (Yoncalı), Sığırcıuşağı, Göçeruşağı, Alhasuşağı, Gökağaç, Kömürlük, Kadabela (Güngören) ve Kuruttaş köyleri.”
Emekli öğretmen olan yazar, kaynaklarını şu şekilde sıralıyor: 1-Fehmi Çıplak'ın araştırmaları, 2-Av. Battal Gazi Çıplak'ın araştırmaları. (http://www.arguvankomurluk.com/arguvan/?dId=8)
Burada savunulan tez de yeterli delillere sahip değildir. Gülhur adlı bir aşiret mevcut değildir. Fakat muhtemelen aynı köye mensup isimler (veya Elbistan yöresindeki Alhaslılar), Hamza Aksüt’ün aktardığına göre, şunu da söylemektedirler:
“Atma ağaları, bir röportajda şöyle demişlerdi bana: ‘Biz, Irak’taki Kelhur aşiretinden gelmişiz; ama Kelhur nedir, ne değildir, bilmiyoruz. Oradan Berezi’ye gelmişiz, Berezi’den Arguvan’a. Bir kısmı da Arguvan’dan bölünmüş, Pazarcık’a gitmiş.’ Osmanlı arşiv kayıtlarına baktığımda, Kelhur aşiretinin gerçekten Irak’ta olduğu, bir Kürt aşireti olduğu ve bunların Bektaşi olduğu yazılı. Demek ki, Irak’taki Kelhur Aşiretinden ayrılmışlar, oradan da Arguvan’a ve Pazarcık’a geçmişler.” (http://atmali.blogspot.com/)
Berezi’den nerenin kastedildiği bilinmemekle birlikte, Hakkari Çukurca’ya bağlı Berezi adlı bir alan mecuttur. (www.hpg-online.com/tr/news_c/news_654.html) Berezi ile, Diyarbakır’ın Bismil ilçesi yakınlarındaki Barazi de kastediliyor olabilir: “İlçemiz Diyarbakır’a 55 km mesafede olup,Batman-Diyarbakır Karayolu Bismil’den geçmektedir.Bismil-Tepe arasında bulunan 11 km lik asfaltın uzatılarak Tepe-Savur yolunun da hizmete gireceği,Bismil’in Türkmenhacı köyü ile olan bağlantısının devam ettirilerek Diyarbakır-Mardin Karayoluna bağlanması,eski Diyarbakır yolunun da yeniden asfaltlanması ile Diyarbakır-Silvan karayoluna bağlanması ile Bismil tam bir dört yol kavşağı haline getirilecektir. Ancak halen ilçemizde Şehirler arası bir otogarın bulunmayışı üzücüdür.İlçemizin tüm şehirlerle ulaşımı rahatlıkla sağlanmaktadır.10’u  aşkın Şehirler Arası Otobüs şirketi ilçemizden günde birkaç kez sefer yaparak yurdun dört bir yanına yolcu taşımaktadır.Bismil’e ait henüz Şehirler arası otobüs şirketi kurulamamıştır.Eski dönemlerde Bismil İpek yolu üzerinde olduğundan  tüm kervanlar halen ismi BARAZİ mevki olan ve Diclenin Kuzeyinden geçen ve halen yer yer kalıntılarına rastlayan Kuzey İPEK YOLU’nu kullanmışlardır.” (http://www.bismilataturk.net/index.php?option=com_content&view=article&id=26:bismilin-tarihcesi&catid=6:makale&Itemid=32)
Arguvan’dan bölünüp Pazarcık’a gitme durumu yaşanmışsa şayet, bu, diğer yazılarda aktarılan, 1640’lı yıllarda Arapgir-Horan’dan (Horun) yaşanan göç olayından sonra Arguvan’a yerleşenler için söz konusu olabilir. Zaten Arguvanlı Atmalılar, köken olarak Arapgir’i göstermektedirler ve Arapgir’den göç olayından öncesi için Arguvan’dan Pazarcık’a gitme diye birşey düşünülemez. Ancak, Arguvan Atmalıları’ndan Pazarcık’a yerleşenler olmuş olabilir. Bu durum, Pazarcık’ta yaşayan alevî Atmalılar’ın alevîliklerinin nedenlerinden birini de açıklamaktadır.
Arguvan’ın Çobandere (Şotik) köylüleri şunları da yazmaktadırlar:
“Köyümüzün yetiştirdiği değerli insan Ahmet Fehmi Çıplak‘ın yaptığı araştırmalara göre köyümüz Atma aşireti mensubudur. Bu aşiret 1634 yılında Irak’ın Gülhur boyundan ayrılarak Güneydoğu’dan bugünkü Türkiye topraklarına girmişlerdir. Anadolu’ya giren bu aşiret grubunun bir bölümü Berez aşireti adı ile bugünkü Şanlıurfa ve Adıyaman illerine yerleşmiş ve halen bu yörede yaşamını sürdürmektedir.Bu aşiretin geliş anında 300 çadır olduğu şeklinde rivayetler varsa da yazar Mehmet Emin Zeki ‘Kürdistan’ adlı eserinde Atmenikan aşireti ismi ile 500 çadır olduğunu belirtilmektedir.” ((http://www.arguvanvakfi.org.tr/?c=127&a=1125)
Görüldüğü gibi, Hamza Aksüt bir yer ismi olarak Berezi’den bahsederken, Çobandereliler Berez aşiretinden söz etmektedir. Gerçekte Berez diye bir aşiret mevcut değildir. Bütün bu çelişki ve yanlış bilgilerin nedeni, aktarılan bilgilerin belgelere değil, gerçeklerle ne kadar örtüştüğü bilinmeyen birtakım rivayetlere dayanıyor olmasıdır. Ancak Berazi ya da Barazi adlı bir aşiret mevcuttur. (Prof. Dr. Orhan Türkdoğan bir eserinde Berezi olarak anıyor.) Fakat Berazi, Sünni Kürt aşiretlerindendir (Bayram Kodaman, Sultan II. Abdulhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara 1987, s.54-55’ten aktaranhttp://www.sansaderesi.com/forum/index.php?PHPSESSID=clqprhgrarszs&action=profile;u=69;sa=showPosts). Bu durumda, kendilerini Berezi aşiretine dayandıran bütün Atmalılar’ın ve bu arada Şotikliler’in köken olarak sünnî oldularını, sonradan alevîleştiklerini kabul etmek gerekir.

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:23:43 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 4
« Yanıtla #37 : Mart 12, 2010, 04:10:45 ÖS »

Özellikle Elbistan Atmalıları’dan Alhaslılar, kendilerinin (daha doğrusu Atmalılar’ın) köken olarak Berazi/Barazi olduklarını ileri sürmektedirler (mekan47.com/asiretler-ve-yerlesimleri/94053-alhasli-asireti.html; www.tatarusagi.com/index.php?option=com_content... –)
Buna göre, Alhaslılar (Atmalılar) Siverek'ten Elbistan'ın Sevdilli Büyükköy'e (Gundigır) ve Arga'nın Harınuşağı (Harunuşağı) köyleri sınırlarına takriben 150-200 yıl önce gelmiş bulunmaktadır (tr-tr.facebook.com/posted.php?id=55542236325&start... –) Bu iddiada gerçeklik payı bulunması mümkündür. Muhtemelen Alhaslılar’ın ataları Berazi kökenlilerle evlilikler yoluyla akrabalık kurmuşlar ve torunları kendilerinin Berazi kökenleri ile Atmalı kökenlerini karıştırmaya başlamışlardır. Soylarında Kaşanlılık bulunan Atmalılar ise, Alhaslılar’ın aksine, Atmalılar’ın İran-Kaşan’dan geldiğini ileri sürmektedirler.
Arguvan Şotik (Çobandere) köylüleri şunları da yazmaktadırlar:
“Berez aşiretinden ayrılan Atma aşiretinin o zamanki reisi Memi Ağa isimli bir kişidir. Bu aşiret Pazarcık’ta bir konaklama molası vermiştir. Bir an için Pazarcık’ta kalmayı düşünmüş ise de havası ve suyu sıcak olduğundan buradan Malatya’ya doğru yola çıkmışlar ve bugün Arapkir ilçesi hudutlarında kalan Horun’a yerleşmişlerdir.” (http://www.arguvanvakfi.org.tr/?c=127&a=1125)
Benzer şekilde, Arguvan Kömürlük köylüleri de şöyle demektedirler:
“Rivayet odur ki, bilinmez nedenlerle (hicrî veya rumî)) 1050 tarihlerinde Irak Gülhür boyundan ayrılıp Anadolu içlerine Beritan aşireti adı ile Urfa, Adıyaman, Diyarbakır ve Bingöl taraflarina yerleşen kalabalık topluluk, Memi Ağa liderliginde 300 çadırla önce Pazarcık'a yönelmiş, havası suyu beğenilmeyip oradan Malatya Aşağı Atma Horun’a yerleşmeye karar vermişlerdir…” (http://www.arguvankomurluk.com/arguvan/?dId=8)
Kömürlük köylüleri, Şotikliler’in aksine, Berezi değil Beritan aşiretinden söz etmektedir. Bu ifadeler, Şotik (Çobandere) ve Kömürlük köylülerinin tarihî rivayetleri birbirine karıştırdıklarını ve kendi ataları etrafında olayı kurguladıklarını göstermektedir. Irak’tan gelen bir aşiret, Pazarcık gibi bir yeri havası ve suyu sıcak olduğu için beğenmemezlik etmez. Anlaşılan o ki, Arapgir Horan’dan (Horun) göç edilince Memi Ağa başlangıçta güneye, Pazarcık’a inmiş, orasını sıcak bulduğu için bu defa tekrar kuzeye, Arguvan’a yönelmiştir.
Öte yandan, Kelhur adlı bir aşiret mevcuttur ve Şerefname’de bu aşiret hakkında bilgi verilmektedir (Yazarı Şeref Han’ın vefat tarihi 1603-1604). Tufan Gündüz, bu aşiretle ilgili olarak şu bilgileri vermektedir:
“Kilhor/Kelhor: Asıl Bozulus’a dâhil cemaatler içinde kaydedilen Kelhor aşireti 1540 tarihinde 59 hâne ve 3 mücerred, II. Selim döneminde ise 44 hâne ve 3 mücerred nüfusa sahipti. Bunların, Bozulus’un Orta Anadolu’ya yaptığı muhacerete katılmadığı tesbit olunmaktadır. Öte yandan, Kelhor aşiretinden bazı gruplara Bağdat ve Musul vilayetlerinde tesadüf edilmektedir.” (Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri - Bozulus Türkmenleri: 1540-1640, Ankara: Bilge Yayınları, 1997, s. 84.)
Bu ifadelerden hareketle şu söylenebilir: 1540 tarihinde 59 hane ve 3 mücerred (yalnız) nüfusa sahip olan bir topluluğun, yirmi yıl sonra “Atmalu” olarak adlandırılması için bir neden yoktur. Kelhur ile Atmalı aşiretleri arasında bir bağ bulunmadığı açıktır. Ayrıca bunların yaşadıkları yere göç sonucu gelmedikleri görülmektedir. Ancak, daha sonraki tarihlerde Kelhur aşiretinden bazıları Musul civarından Anadolu’ya gelmiş olabilirler. Yukarıda 1634 yılında yapılan bir göçten söz edilmektedir. Bununla birlikte, Atmalı aşiretinin Malatya ve Maraş civarındaki varlığı, 1634 tarihinde yaşanmış bir göçe bağlanamaz. Çünkü, 1560 tarihli Malatya ve 1563 yılına ait Maraş tahrir defterlerinde adları geçmektedir. Şayet Şotik (Çobandere) köylülerinin Kelhur aşireti ile bir soy bağı varsa (Ki kendi soylarını onlar daha iyi bilir, öyle diyorlarsa öyle olduğunu kabul etmek gerekir), bu bağın Atmalı aşireti üzerinden değil, muhtemelen evliliklerle kurulan akrabalık ile oluştuğunu düşünmek gerekmektedir. Arguvanlılar’ın; Atmalı atalarının evlilik yoluyla akrabalık bağı kurdukları diğer atalarının kökenleri ile Atmalı kökenlerini karıştırdıkları anlaşılmaktadır. Bunu doğrulayan bir bilgiye internette rastlanmaktadır:
“Ben aslen Tunceliliyim. Avusturalya’da oturuyorum. Sizlerle dedemin babama anlattığı bir olayı paylaşmak istiyorum. Dedem sağlığında Malatya’ya geliyor. Osmanlı zamanında, Yavuz Selim’in sürgün yıllarında Tunceli’den Malatya Arguvan’a 1515’li yıllarda sürgün edilen akrabalarının torunlarını aramak için. Dedem de Kureyşan Ocağından bir Alevi dedesidir. Malatya’ya geliyor, o zamanlar Arguvan’da söz sahibi olan Atmalılar ile tanışıyor. Mustafendi o yıllarda aşiretin ileri geleniymiş, dedemi Şotiğe götürüyor. Dedem de onlara 1515’li yıllarda sürgün gelen akrabalarından Seyid Ali’nin, Oruç Dede’nin isimlerini söylüyor. Mustafendi ve babası, Seyid Ali’yi duymadığını ancak Oruç Dede’nin türbesinin bulunduğunu, bu kişilerin soyundan gelenlerin halen var olduğunu söylüyor. Rahmetli dedemin bize aktardığına göre o soydan Gışto isminde ve Şeho isminde iki kardeş varmış ama onlar da dedelik yapmıyorlarmış. Mustafendi dedeme kendilerine ait bir şecere gösteriyor. Arapça yazılı olan bu secerede Seyid Emir Hasan’dan bahsediliyormuş. Emir Hasan da İmam Zeynel Abidin soyundan gelen bir alevi dedesiymiş. Bu soydan gelen Mustafendi’nin ve babasının dedelik yapmadığını, ağalık yaptığını söylermiş. Ben de 2006 yılında İstanbul’da Bostancı Kültür Merkezi’nde İzzettin Doğan’ın yaptığı İnanç Önderleri Toplantısında almanyada oturan Hakkı Çıplak ile tanıştım. Benim bu yazdıklarımı onunla paylaştığımda aynen tasdikledi. Kendisinin Çıplaklardan olduğunu, adı geçen Emir Hasan soy şeceresinin de kendisinde olduğunu, kendisinin de Almanya’da dedelik yaptığını söyledi. Oruç Dede torunlarından bir gencin de Cem Vakfı’nda dedelik yaptığını söyledi.” (http://www.alevileriz.biz/archive/index.php/t-43147.html)
Aynı sitede bu mesaja şöyle bir cevap verilmektedir:
“Sevgili Yılmaz Can; Seni ve aileni selamlıyor, Ehli Beytin aşkı ile kucaklıyorum. Yazında; Kureyşan Ocağından olan kendi dedenin 1515’li yıllarda Tunceli / Nazimiye’den Malatya / Arguvan'a sürgün edilen akrabalarını aramak için Malatya'ya geldiğini, burada Arguvan’da söz sahibi olan Atma Aşiretinden Mustafendi ile tanıştığını, Mustafendi’nin senin dedeni Şotik köyüne getirdiğini, bu köyde akrabaları olan Gışto ve Şeho'yu bulduğunu söylemektesin.
“Sevgili Yılmaz; bu anlattıkların doğru. Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’yu acılara boğduğu zulüm ve sürgün yıllarında; büyük dedem Seyid Ali ve Oruç Dede (Kureyşan Ocağının Aliyan Kolu Evladıdır) ve yakınları Tunceli / Nazimiye / Kureyşan Köyünden, Malatya’ya sürgün edilmişlerdir. Sürgün nedeni ise Şah İsmail’e verilen destektir. Sürgün geldikleri Malatya'da Arguvan ilçesinde bulunan ve kendileri gibi sürgün olarak Malatya'ya yerleştirilen Atma Aşireti içinde yeralıyorlar. Çünkü bu aşiret te bir Alevi aşiretidir ve içlerinde Dede soyundan gelenler de vardır. Zaten yukarıdaki yazınızda bunu da belirtmişsiniz.
“Mustafendi dediğimiz kişi hem aşiret ağasıdır hemde bir seyiddir. Çünkü onlar da Seyit Emir Hasan soyundan gelmektedirler. Ancak onlar da dedelik yapmamışlardır. Bugün bu soydan gelen Hakkı Çıplak ile tanıştığınızı söylüyorsunuz. Hakkı Çıplak'ın elinde Seyid Emir Hasan soyundan geldiklerini gösteren bir "Şecere"name vardır.
“Ben de 5 yıldır, özellikle Osmanlı devlet arşivlerinden soyumu takip etmekteyim, bir çok araştırmalar yaptım ve birçok arviş belgelerine ulaştım. Bende de 9 buçuk metre boyunda soyumuza ait "Şecere" bulunmaktadır. Bu şecerede Seyid soyundan geldiğimizi görmekteyim. Bu belgeleri araştırma yapan tüm Kureyşan Ocağı mensuplarıyla paylaşmaya hazırım.
“Dedem Gışto ve kardeşi Şeyho dedelik yapmamışlardır…. Çünkü 1515 ve 2005 yılları arasında dedelik yapmadık. Zaten senin deden köyümüze geldiğinde benim büyük dedemin dedelik yapmadığını biliyoruz.
“Ama kutsal emanet olarak gördüğüm; Seyid Ali ve Kardeşi Oruç Dedenin Tunceli’den beraber getirdiği; atadan babaya saklanarak bize kadar gelen Tarık (kimi yörelerde evliye, kimi yörelerde erkan denir), İmam Hüseyin Tası ve Cem Şamdanı hâlâ evimizde muhafaza edilmektedir. Dedelik yapmamış, dedelik yapmadığı için zamanla Ocakzade olduğu unutulan dedelerim bu emanetleri saklayarak bize kadar ulaştırmaları benim için çok büyük değere haizdir. Çünkü bu emanetler Ocakzade olduğumuzun bir göstergesidir.
“Almanya'da oturan Hakkı Çıplak Dedemiz de bulunan "Şecere"nameyi de bizzat incelemiş bulunmaktayım. İmam Zeynel Abidin soyundan gelen seyid Emir Hasan’a aittir. Kendileri de bu zatın torunlarıdır. Bir Kureyşan Ocağı evladı olarak, sürgünlere uğramış, baskılardan geçmiş, Dedelik hizmetini yapamamış Atalarımın yolunu yeniden 480 sene sonra sürdürmenin tatlı huzurunu yaşıyorum. Sevgili Yılmaz, buraya bana ulaşabileceğin msn adresimi yazıyorum. Deden yıllar önce dedemi aramış, şuan sen de bizi aramaktasın. Seni bulduğum için ben de çok mutluyum. En kısa zamanda buluşmak üzere, sevgiyle kal... sinan.boztepe@hotmail.com Sinan Boztepe Dede.”
Burada belirtilen Kureyşan’ın Kureyş kabilesi ile bir ilgisi olduğu düşünülebilir. Aliyan kolu ile de muhtemelen Hz. Ali evladı kastedilmektedir. Mustafendi isimli şahsın hem aşiret (Atmalı) ağası, hem de seyyid (Hz. Ali-Hz. Fatıma soyundan) olduğu belirtiliyor. Ayrıca, “Sürgün geldikleri Malatya'da Arguvan ilçesinde bulunan ve kendileri gibi sürgün olarak Malatya'ya yerleştirilen Atma Aşireti içinde yeralıyorlar” denilerek, iki farklı soyun karıştığı anlatılmaktadır.
Bütün bunlardan, Arguvanlılar’ın alevîliğinin, Atmalı kökenlerinden değil, 1515 yılına uzanan bir sürgünle kurulan Dersim bağlantısından (şayet başka bağlantılar yoksa) kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kökenlerini Dersim üzerinden İmam Zeynelabidin’e (Hz. Hüseyin’in oğlu Ali) dayandırmaktadırlar (Zeyn el-âbidîn, “Âbidlerin, ibadet edenlerin süsü” anlamına gelir. Lakaptır). Atmalı aşiretinin bugüne kadar bir seyyidlik iddiasında bulunduğu ve soylarını Hz. Hüseyin’e ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) dayandırdıkları görülmüş değildir. Şayet Atmalı aşiretinde Hz. Peygamber’e (s.a.s.) uzanan bir soy bağı bulunsaydı, bu nesilden nesile aktarılır ve herkes tarafından bilinirdi. Şotik köylülerinin “seyyidlik” (Soylarının Hz. Ali ve Hz. Fatıma’ya dayanması) gibi Gülhur ya da Kelhur bağlantısının da yine Dersim üzerinden (veya başka bir soy bağı) ile gerçekleştiği sonucuna varmak mümkün görünmektedir. Arguvan’daki Atmalıların alevîliğinin de, kültürel etkileşimin yanı sıra evliliklerle oluşmuş soy bağından (Dersim) kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

4. Vaizoğlu Şirketler Grubu’nun (İMÇ 5. Blok, No. 5611, Kat: 2 Unkapanı-İstanbul) 2004 yılında yayınladığı Muammer Şahin imzalı “Babam” (muammersahin.com/BABAM_kitap.pdf) adlı kitapta (s. 29) şöyle denilmektedir:
“Arapgirli olan merhum Sabri Kelemeroğlu, Arapgir Postası gazetesinde çıkan bir yazısında şöyle demektedir: ‘Arapgir Sancağı'nda köy kuran aşiretler, bir öykü anlatırlar. Bu öykü, Diyarbakır Sancak Beyi ile üç kardeşin hatırası olup, son derece ilginç bir rastlantıdır. Horanlılar, İran Horasan'dan ve Orta Asya'dan gelmişlerdir. Köyün adı Horan'dır. Köyün kuruluş tarihi miladi 1335’tir.’
“Yazarımıza ait, çok değerli kitaplar bulunmaktadır. Sabri Kelemaroğlu mezkur makalesinde Kelağa Hüseyin Efendi, Kelağa Mulla ve Kelağa Velioğlu'na da değinir. Bu araştırmacının Arapgir Postası’nda 1994 yılında yazdığı tarihi vesika, rahmetli babam Vaiz Şahin’in 1973 yılındaki araştırmalarında ne kadar haklı olduğunu ve araştırmalarımızın yüzde yüz doğru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.”
Sabri Kelemeroğlu’nun Horan (Horun) köyünün kuruluşu ya da Horan’da yerleşimin başladığı tarih olarak gösterdiği 1335, oldukça önemli bir tarihtir. Çünkü 1335, İlhanlı hükümdarı Ebû Said Bahadır Han’ın öldüğü ve Moğollar arasında çıkan iktidar mücadeleleri yüzünden Anadolu üzerindeki hakimiyetlerinin son bulduğu tarihtir. Anadolu Valisi Büyük Şeyh Hasan, bir post kapmak için İlhanlı Devleti’nin merkezine, İran’a gitmiş, yerine naib olarak Eretna’ya bırakmıştır. Daha sonra Eretna bağımsız bir beylik kurmuştur. Dulkadiroğulları Beyliği’nin kuruluş tarihi de 1335’dir. “Türkmenler’in Boz-ok koluna mensup olanları Sivas’ın güney ve güneybatısına akınlar yapmaktaydılar. Nitekim çok geçmeden bu Türkmenler, 1335’de Ebû Said Bahadır Han’ın ölümü ile Moğollar arasında başlayan that mücadelesinden faydalanarak Elbistan yöresinde Dulkadır beyliğini kurmuşlardır.” (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C. 10, İstanbul: Çağ Y., s. 114.)
Prof. Dr. Yaşar Yücel ve Prof. Dr. Ali Sevim şöyle demektedirler:
“… Memlüklü sultanı Melikünnasır, Eretna’nın tâbiiyet bağlarını gevşetmesini cezası bırakmamış, Türkmenleri Eretna’nın kontorlündeki toprakların güney sınırlarında mevcut uç şehirlerini yağmaya teşvik etmiştir. Hiç şüphesiz, Memlüklü sultanının kırkırtmaları yanı sıra Türkmenleri asıl harekete geçiren sebepler arasında, başka faktörleri de unutmamak gerekir, yukarıda da söylediğimiz gibi, İlhanlı hükümdarı Ebû Said Bahadır Han’ın 1335 yılında ölümü üzerine, Moğollar arasında başlayan iktidar mücadeleleri esnasında Anadolu kontrolsüz kalarak tam bir karışıklık içine düşmüştür. Bu durumdan faydalanmak isteyen Türkmenler de harekete geçmişlerdi. Melikünnasır’ın istekleri sonucu, Bozoklu Türkmenleri de yaşadıkları Halep-Antep kesiminden Maraş-Malatya kesimine geçerek faaliyete başlamışlardı. İşte bu Türkmen beyleri arasında Eretna’yı fazlaca uğraştıran Dulkadırlı Karaca Bey olmuştur. Bu beye Memlüklü sultanı tarafından emîrlik de verilmiştir. Nitekim, Dulkadıroğulları Beyliğinin kurulması da 1335 yıllarına rastlamaktadır. Kaynaklarımızdaki bilgiler de, bu tarihlerde Eretna’nın Türkmenler tarafından sıkıştırıldığını göstermektedir. Nitekim de 1338’de Türkmen beylerinden oluşan bir grup, Eretna’nın tâbi olduğu Darende valise Hadım Mercan’ın kendisini görmek için yanına gelmesinden istifade ederek, Darende’yi ele geçirip Karaca Bey’e teslim etmişlerdi….” (Yaşar Yücel ve Ali Sevim, Türkiye Tarihi, C. 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 263-264.)
O dönemde, Yılmaz Öztuna’nın belirttiği gibi, Kuzey Malatya, Eretna’nın kontrolü altındaydı. (T. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, C. 2, Hayat Yayınları, 1964, s. 183.)
Öte yandan, Larousse’un “Bozok” maddesinde belirtildiğine göre, 1300’lü yılların ortalarında Bozok Türkmenleri hem Dulkadiroğlu Beyliği’ni kurmuş, hem de Yozgat civarına yerleşerek bu bölgenin Bozok adını almasına neden olmuşlardır. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin “Bozok” maddesinde de, Halep Türkmenlerinin 1300’lü yılların ortalarına doğru Yozgat havalisine yerleştikleri belirtilmektedir.
Şayet Sabri Kelemeroğlu’nun verdiği 1335 tarihi doğruysa, Atmalılar’ın aslında Türkmen oldukları (Bozok/Bozoklu) ve Halep-Antep taraflarından gelmiş bulundukları şeklinde bir tahminde bulunabiliriz. Nitekim bazı Arapgir köyleri, köken olarak Bozoklar’a dayandıklarını belirtmektedirler. Mesela Selamlı köyü sakinleri şöyle demektedirler: “Köyümüzün kurucularının Bozok Türkman Taifesi'nden oldukları anlaşılmaktadır. Bu taifenin (Gençlü-Gencelü Bayadı, Harmandalu Harmandarlar) gibi kollarından oldukları tahmin edilmektedir.” (http://www.selamli.tr.gg/) Ancak, Atmalılar’ın Horan’da ilk kuruluş tarihinden itibaren yaşayıp yaşamadıklarını bilmek mümkün değildir. 1560 yılında Malatya’nın Keder Beyt nahiyesinde ve 1563 yılında Maraş’ın bir mezrasında bulundukları görülmektedir. Fakat konar-göçer toplulukların farklı yerlerde yaşamaları kadar, farklı zamanlarda farklı yerleri kullanıyor olmaları da mümkündür.
Öte yandan, Horan/Horun köyünün Türkler tarafından kurulduğu ileri sürülmektedir: “… Çok seyrek olan Ermeni köylerinin aralarına yeni köyler kuruldu ve bu köylere Türkçe isimler verilerek bozkırlarda meskun hale getirildi. Türkler tarafından kurulan köyler: Onar, Selamlı, Koca, Yabanlı, Tepte, Cücügen, Pekisü, Çiğııir, Eğnir, Kuşçu, Kalınharman, Decde, Kollik Mulla, Zompa, Suceyin, Alolar, Yanıklar, Bedemli, Pal, Esikli, Yılıçlı, Deregen, Deregezen, Horan, Hacıuşağı, İspauşağı, Saracık, Bostancık ...  köyleri sayılabilir.” (http://stu.inonu.edu.tr/~tionar/arapgir.html)
Her halükârda 1335 yılı civarı, büyük siyasal ve sosyal çalkantı, kargaşa ve hareketliliklerin yaşandığı, Anadolu’da yeni bir dönemin başladığı bir tarihtir. Horan’da bu dönemde yerleşimin başlamış olması akla yatkındır. Ayrıca bu dönemde göç hareketleri Kürtler değil Türkler arasında görülüyordu.

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:24:53 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 5
« Yanıtla #38 : Mart 12, 2010, 04:12:11 ÖS »

Yukarıda, bazılarının Atmalıları Bozokların Beydili (Begdili) boyunun Rişvan kolundan kabul ettiklerine değinilmişti. Bu Rişvan bağlantısı belgeden yoksun olmakla birlikte, Beydili boyundan olmaları mümkündür. Herşeyden önce, Rişvan’dan söz edilmeyen dönemlerde Atmalılar (sayıca az olsalar da) mevcuttu. Anadolu’ya yerleşen Bozok Türkmenleri Bayat, Avşar, Beğdili (Beydili) ve Döğer boylarından oluşuyor ve Halep-Antep bölgesinde yaşıyorlardı. (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C. 10, İstanbul: Çağ Y., s. 113.)
Larousse’da Beydili boyu ile ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir:
“BEYDİLİ, BEĞDİLİ veya BEĞDİLLİ, Oğuzlar’ın 24 boyundan biri. Oğuz Han’ın üç oğlundan Yıldız Han’a bağlı Bozok koluna girer ve Oğuz ordusunun sol kanadını oluştururlardı. Beydili boyunun adına, ilk kez Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lugat it-Türk (XI. yy.) adlı yapıtında rastlanır. Beydililer’in bir bölümünün, başka Oğuz boylarıyla birlikte Selçuklu devletinin kuruluşuna ve Anadolu’nun fethine katıldığı öne sürülür. Selçuklu devletinin kuruluşundan XIV. yy.’ın ikinci yarısına değin, başka Oğuz boyları gibi Beydililer’in adına da kaynaklarda rastlanmamaktadır. Selçuklu devletinin kuruluşuna katılmayıp kendi boy geleneklerini koruyan Beydililer ise, XII. yy. ortasında Horasan’da, Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer’i yenerek esir almış, daha sonra Moğol istilasından kaçarak (XIII. yy.) Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya göç etmişlerdir. Moğol istilasının yayılmasıyla başka Türkmenler ile birlikte Suriye’ye giderek yeni kurulan Memluk devletine sığındılar. XIV. yy.’da Beydili boyuna, Gazze’den Kozan ve Diyarbakır’a değin uzanan bölgelerde yaşayan Türkmen boyları arasında rastlanmaktadır. Moğol egemenliğinin ortadan kalkmasıyla (XIV. yy.) harekete geçen Suriye Türkmenleri ile birlikte, Beydili boyunun da önemli bir bölümü Suriye’den ayrılıp Güney ve Doğu Anadolu’ya ve İran’a gitmiş; Dulkadıroğulları, Ramazanoğulları beyliklerinin, Akkoyunlu ve Safevi devletlerinin kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.
“XVI. yy.’da Anadolu’daki Beydililer’in en büyük bölümü, Halep Türkmenleri arasında yaşıyordu. Yazın, Uzunyayla [Sivas’ın güneybatısında Kayseri’ye doğru uzanan geniş düzlükler] ve Sivas’ın güneyindeki kesimlerde, kışın Halep ve çevresinde göçebe bir yaşam sürdüren Halep Türkmenleri, XVII. yy.da Orta ve Batı Anadolu ile Marmara bölgesine yerleştirildiler. Osmanlı tahrir defterlerinden anlaşıldığına göre, bu dönemlerde Beydililer, nüfuslarının çokluğu ve oymak sayısı bakımından, Halep Türkmenleri’nin en büyük kolunu oluşturmaktaydılar. Yozgat ve çevresinde; Sivas’ın güneyindeki Kangal, Mancınık ve Alacahan bölgelerini içine alan Yeni İl’de yaşayan Beydililer, 1691’de açılan Avusturya seferine cağrıldılar, 1692’de de Arap aşiretlerinin sürekli saldırısına uğrayan Rakka bölgesinde oturmaya zorlandılar. Bunlardan bir bölümü buraya yerleşip kaldı, kalmak istemeyenler de bir süre sonra Halep, Gaziantep, Hatay, Çukurova ve Yeni İl bölgelerine yerleştiler.”
Yukarıda geçtiği gibi, Dr. Rişvanoğlu, Atmalılar’ın yaşadıkları yerleri sıralarken, Osmanlı tahrir defterlerine dayanarak Maraş ile Rakka (Suriye’de, Fırat kenarında bir şehir) arasındaki bölgelerden de söz etmektedir. Beğdili, 1540 yılında iki cemaatte toplam 202 hane ve 9 mücerred (yalnız yaşayan) nüfusa sahipti. II. Selim döneminde 6 cemaatte toplam 296 hane ve 69 mücerred nüfusa ulaşmıştır (Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri: Bozulus Türkmenleri: 1540-1640, Ankara: Bilge Yayınları, 1997, s. 57).
TDV İslâm Ansiklopedisi’nde yer alan “Beydili” başlıkı maddede ise, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, yukarıdaki bilgilerden fazla olarak, 1570’te 69 cemaatten teşekkül ettiklerini ve yaklaşık 1000 hane olduklarını belirtiyor. Belirttiğine göre, “Bu gruptan en önemlileri Karacalu, Kürtler, Bozkoyunlu, Kuzucuklu, Balabanlı, Taş-baş, Dimleklü, Ulaşlu, Tatalu gibi cemaatlerdi.” (Karacalu ile Kürtler, Bozulus’u oluşturmaktadır.) Halaçoğlu’nun “cemaat” kavramını kullanmasının nedeni şudur: Osmanlı’da konar-göçerler kendi aralarında il veya ulus adı altında gruplandırılmışlar, bu da kendi arasında boy, aşiret, cemaat, oymak, mahalle, oba (aile) şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Yaşayış tarzlarının ve hayvanlarına otlak bulma ihtiyaçlarının bir sonucu olarak yaylak-kışlak hareketine bağlı kalmışlardır. (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, C. 12, İstanbul: Çağ Y., 1993, s. 388.) Halaçoğlu’nun sıraladığı cemaatler arasında Kürtler adını taşıyan birinin bulunuyor olması önem taşımaktadır. Bununla birlikte, Rişvan diye bir koldan söz edilmemesi de dikkat çekiyor. Osmanlı tahrir defterlerinde Atmalılar’ın “Ekrad (Kürtler)” ve “Türkmen Ekradı” (Türkmen Kürtleri) olarak anılmasının nedeni, Beydili boyunun “Kürtler” cemaatinden olmalarından kaynaklanıyor olmalıdır. Şu anda, yukarıda sözü edilen Beydili boyuna mensup Kürtler’in kimler olduğu hakkında başka bir bilgi veya bulgu mevcut bulunmadığına göre, bu ihtimali gözden uzak tutmamak gerekir. Muhtemelen, sözü edilen 69 cemaatten biri, Atmalılar’dı.   
Halaçoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Naîmâ tarafından Halep, Rakka ve Diyarbekir bölgelerinde yoğun bir nüfusa ve çok miktarda at, koyun ve deveye sahip bulundukları bildirilen Beydililer’in en güzel yaylak ve kışlağa mâlik oldukları da kaydedilmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti onları, gerek eşkıyalık sayılan taşkın hareketleri gerekse savaşçı vasıfları dolayısıyla Suriye’deki Arap kabilelerine karşı bir set teşkili gayesiyle Rakka ve yöresine yerleştirmeye teşebbüs etmiştir. Bu iskâna Yeni İl Türkmenleri içinde bulunan 1069 hânelik Beydili kolu da dahil edilmiştir. 1690-1691’de Akçakale’den Rakka’ya kadar olan sahada Belih nehri kıyılarına iskân emri verilen cemaatlerden Yeni İl’e tâbi Bekmişlü 500 çadır, Kara Şeyhlü 600 çadır, Bozkoyunlu 600 çadır, diğer Bozkoyunlu 200 çadır, Dimleklü 500 çadırdı…. 1702’den itibaren Yeni İl ve Halep Türkmenleri’nden bazı cemaatlerin de buraya sevkedildiği görülüyor. Yeni İl ve Halep Türkmenleri içindeki bu Beydili cemaatlerinin 1638 Bağdat Seferi’nde zahire naklinde önemli hizmetlerde bulundukları da belirtilmelidir.”
“Belih nehri kıyılarına yerleştirilen bu Beydili obaları XIX. yüzyılda dağılmış ve Karaşıhlı, Araplı, Torun, Bekmişlü, Güneç (Güneş obası), Hacı Ali, Kazlı, Kadirli, Bayındırlı ve Ceritli oymakları Gaziantep, Urfa, Nizip, Karkamış, Oğuzeli ve Kilis yöresine yerleşmiştir….”
Mehmet Demir Atmalı  ile İbrahim Uçar’ın, yaşlı (veya genç) bireylerle yaptıkları söyleşiler çerçevesinde topladıkları bilgiler, Halaçoğlu’nun aktardığı bilgilerle kısmen örtüşmektedir:
“İslahiyenin Atmalı (Kolıkon-İhtiyarlar) Köyünde ikamet eden, 94 yaşındaki Kaba Oymağına mensup Bektaş Topal’a göre; Osmanlı Devleti, Atmalı Aşiretinden at ve deve toplatmıştır. Ayrıca Atmalı’dan asker istemiştir. Malatya/Doğanşehir yöresinde iskana zorlanan Atmalı Oymakları, göçebe oldukları için iskana karşı çıkmışlar. Asker nezaretinde ve devlet tarafından, gündüzleri yaptırılan evler, geceleri oymaklar tarafından tekrar yıkılmakta idiler. Atmalı Oymaklarının geçimini erkekler temin etmekteydi. Kadınların dağlarda çalıştırılması ayıp karşılanırdı. Uzun süreli askere alınacak erkeklerin aileleri mağdur olacaktı. Bu sebeple erkekler ailelerini riske sokmamak için, askere gitmek istememişlerdir. Askerlik yapmak ve iskan edilmek istemeyen Atmalı Aşireti, göçe karar verir. Göç için kullanılan at ve develer devlete verildiğinden, sığırlarla göç etmek zorunda kalmışlardır. Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriyenin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına GOVASTİ denilmiş,  sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere GOVGUR demişler.
Van/Gürpınar ilçesinden Bırruki Aşiretine mensup İsmail GÜMÜŞ e göre; Atmalı ve Bırruki kardeştir. Göç edemeyip, inekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri yorulmadan, Azerbaycan taraflarına göç edenlere Govgur demişler. Gurmançca GO İnek manasına gelir. VASTİ yoruldu manalarına gelir. GUR Kurt manasına gelir. Buna göre Govasti İnekleri yorulan, Govgur ise inekleri yorulmayan, tam aksine Yiğit Kurt gibi olan anlamına gelmektedir.
Oğuzlarda ordulaşma sisteminde 12 ve 24’lü teşkilatlanma vardır. Atmalı da da 12’li sistem vardır. Altı Oymak Govasti Altı Oymak Govgur. Veya Altı Oymak Alevi, Altı Oymak Sünni şeklinde eşkilatlanmasını yapmıştır. Govastiler Güneydoğu Anadolu da Pazarcık, Besni, Gölbaşı, Elbistan, İslahiye yörelerini, İç Anadolu’da; Konya, Ankara/Haymana/Bala, Kırşehir, Sivas/Gürün, Tokat, Yozgat, Doğu Anadolu da; Ağrı/Patnos, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tunceli, Bitlis,Van/Erciş ve Gürpınar yörelerine dağılmışlar.
İslahiye’ye bağlı Atmalı Köyünde Govastiler oturmaktadırlar. Atmalıların en yaşlıları buraya yerleştikleri için, Kürtçe adına KOLIKON demişler. Yazın Halep, Şam, Hama, Humus (Çit-ü Çimen), Beyrut’a göç eden Govgurlar, kışa doğru Anadolu’da Arapkir, Doğanşehir, Arguvan, Elbistan, Pazarcık, Besni ve Gölbaşı yörelerine göç ederlerdi.
Atmalı Aşiretinin asıl merkezini Malatya, Elbistan, Besni, Gölbaşı ve Pazarcık yöreleri teşkil eder. Malatya, Pazarcık, İslahiye Atmalılarının dışında, daha sonraları edindiğimiz bilgilere göre, Ağrı/Patnos ve Van/Erciş/Çaldıran/Gürpınar ilçelerindeki Atmalılara ATMAN veya UTMAN dediklerini öğrendik. Muş-Siirt arasında yaşayan Atmalılara ATMANAKİ diyorlar. Urfa/Bozova’da 27 tane ATMAN Köyü vardır. Urfa’da dernek kurmuşlar. Başkanları Aziz BABACAN ile tanıştık. Suruç’a bağlı iki sınır köyün adı ATMANAKİ olarak geçmektedir. İslahiye bölgesinde 10 kadar Atmalı köyü vardır. Şam’da tamamı Atmalı olan bir mahallenin var olduğunu duyduk. Sivas/Gürün’de Mağıkan Oymağından bir bölüm yaşamaktadır. Konya/Cihanbeyli’de Atmalı, Ankara/Bala ve Haymana, Çiçekdağı’nda Atmalı olarak değil de, Govasti olarak biliniyorlar. Irak ‘ın Zağo bölgesinde Atmalı/Atmi olarak anılıyorlar ve Yezidi olarak yaşayanların varlığını öğrendik. Sadece Gaziantep şehir merkezinde 20 bin dolayında ATMALI yaşadığına göre, saydığımız bölgelerde bir milyon Atmalı olabileceği tahmin edilmektedir. Atmalı, Sinemilli, Celikanlı, İfrazlı, Çakallı ve Bereketli Aşiretleri, Rişvan’a bağlı kollardır. Celali Aşireti; KHALIKAN ve SAKASUN olarak ikiye ayrılmaktadır. İslahiye’ye bağlı Atmalı Köyünün Gurmança adı KOLIKON, yani İHTİYARLAR köyüdür. Burada Atmalıların Celalilerle de akrabalığı ortaya çıkmaktadır. Celikanlılar da Celalilere akrabalık çıkarmaktadırlar.” (http://yavuzatmaca.tr.gg/)
Yukarıda da geçtiği gibi, Beydililer 1691’de Avusturya Seferi’ne çağrılmışlar, 1692’de ise Rakka’ya yerleşmeye zorlanmışlardır. Öyle anlaşılıyor ki, 1690-91-92 senelerinde bir yandan Avusturya’ya karşı askere alınan, diğer yandan Rakka’ya kısmen askerî nedenlerle yerleşmeye zorlanan ve ayrıca belki 1702 yılı sonrasında da iskâna ve Arap eşkıyalara karşı bir tür ‘koruculuğa’ icbar edilen Beydililer ve bu arada Atmalılar, bir yandan yerleştirilmek istenildikleri yerdeki farklı yaşam biçimine ve coğrafyaya alışkın olmadıkları için, diğer yandan devlet tarafından sık sık askerî hizmete çağırılmaları yüzünden ailelerinin güvenliğinin risk altında olacağı kaygısıyla, devletin dikkatini çekmeyecek küçük gruplar halinde uygun yerlere yerleşmek ve kendilerini unutturmak için göçe karar vermişler, böylece Ankara’dan (Haymana) Konya’ya kadar geniş bir coğrafyaya dağılmışlardır.
Ancak, Bektaş Topal’ın “Osmanlı Devleti, Atmalı Aşiretinden at ve deve toplatmıştır” şeklindeki ifadesi, 1577 yılında yaşanan bir olayı akla getirmektedir: “ 1577 yılında Osmanlı’dan Halep Türkmenleri grubuna şöyle bir yazı gelmiştir. Yazıda Beydili boyuna mensup Türkmenler devlete isyan edip isyankâr ruhlu Ebu Eris ve oğluna yardımcı oldukları bildirilmiştir. Ayrıca Sincanlu, Karaşeyhlu ve Coplu obalarının yağma yaptığı, yol kesip kervanları soydukları ifade edilmektedir…. Yine böyle bir zamanda Osmanlı veziriazamı Hüsrev Paşa biriken borçları yüzünden Beydili Obası’nın on bin koyunu ile yüzden fazla devesine el koymuştur.” (Mehmet Öztürk, Oğuz Türkleri, s. 264.) Karaşeyhlu’nün Atmalı’ya bağlı gösterildiği daha önce ifade edilmişti. Asker isteme durumu 1690’larda Avusturya’ya karşı olmuş, yine aynı dönemde Rakka’da iskân edilmeleri gündeme gelmiştir.
Bütün bunlar, Beydililer’in ve Atmalılar’ın, 1690-91-92’de ve 1702 sonrasında bir yandan göçe zorlandıklarını, diğer yandan kendi istedikleri yerlerde ikâmet edebilmek ve devletin taleplerinin muhatabı olmaktan kurtulabilmek için gönüllü olarak göç etmeye karar verdiklerini ortaya koymaktadır. İslahiye gibi muhitlere yerleşen Atmalılar’ın orada kalmalarının nedeni, Prof. Dr. Halaçoğlu’nun ve Bektaş Topal’ın aktardığı bu gelişme olmalıdır. Bektaş Topal’ın “Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriyenin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına GOVASTİ denilmiş,  sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere GOVGUR demişler” şeklindeki ifadeleri de, Halaçoğlu’nun Beydililer’in yaşam biçimiyle ilgili olarak aktardığı bilgilerle örtüşmektedir.
Ahmed Refik Altınay’ın aktardığı belgelerle birlikte düşünüldüğünde, Bektaş Topal’ın anlattığı göç durumunun 1690’larda yaşandığı söylenebilir. Çünkü bu dönem hem iskâna zorlandıkları, hem de savaşa çağırıldıkları bir dönemdir. Divan-ı Hümayun mühimme defterlerinde yer aldığına göre, Yeni İl’de yaşayan aşiretler, Viyana Bozgunu’ndan sonra ortaya çıkan sarsıntılı yıllarda Avusturya’ya karşı savaşa çağırılmışlardır. (A. R. Altınay, Anadolu’da Türk Aşiretleri: 966-1200, İstanbul: Devlet Matbaası, 1930, s. 80). Ancak, savaşa çağırılmalarına rağmen, bölge halkından (Yeni İl Türkmenleri) savaşa iştirak eden sayısı fazla olmamıştır (A.g.e., s. 90). Mehmet Öztürk, katılanlar hakkında bilgi vermektedir (Oğuz Türkleri, İstanbul: Ledo Yayıncılık, 2007, s. 263-267). Rakka’ya iskân edilenler ise, yerlerini terk edip Anadolu’ya dağılmışlardır (A. R. Altınay, s. 100). Bunun ardından, Rakka’dan kaçıp Anadolu içlerinde dolaşan aşiretlerin toplanarak iskan edildikleri mahalle götürülmelerine dair pekçok Divan-ı Hümayun hükmü yayınlanmıştır (A.g.e., s. 108, 117, 121, 166, 171, 178, 179, 202). İnternette yer alan bir metinde de şöyle denilmektedir: “1691-1699 tarihleri arasında yoğun olmak üzere, Osmanlı yönetiminin bu aşiretleri ısrarla Antep, Kilis ve Urfa’nın güneyine Halep’in kuzeyine yerleştirmek istemesine karşılık bu aşiretlerin (Elbeyli aşireti başta olmak üzere, Sinemilli, Atmalı, Kılıçlı vd) her defasında isyan ve baş kıldırarak yaylak ve sulak yerlere yani bu günkü yerleşim alanlarına gelmeleri onların göçebe-hayvancılıkla iştigal ettiğini göstermektedir. Çok daha eskilerden gelen bu kültür halen de azalarak olsa devam etmektedir. Bu alışkanlık bağlamında, yakın zamana kadar büyük kitleler halinde Pazarcık ve çevresindeki sürü sahipleri (bir sürü 300 küçük baş hayvandan meydana gelir) bahar aylarından itibaren kuzeydeki yüksek dağlara özellikle de Engizek dağına çıkmak suretiyle Güz sonuna kadar orada kalırlardı. Bu günde aynı şekilde yaylaya çıkan grupların olduğu bilinmektedir. Bu yer değiştirmeler belli bir yol izlenerek gerçekleşir. Ziyaret tepesinin doğusundan geçen, Büyük Pınar’dan Aksu’ya, oradan da Engizek Dağına ulaşan yol yöremizde ‘Göç Yolu’ olarak adlandırılmıştır.”  (http://tarihveegitim.blogcu.com/pazarcik-tarihi-bolum-2/6363188)
Ancak, bölgedeki Atmalılar’ın (hepsinin değilse bile önemli bir bölümünün) Rakka’dan değil, komşu beldeler olan asıl yurtlarından geldiklerini düşünmek daha mantıklı görünmektedir. Nitekim aynı metinde şöyle denilmektedir: “Özellikle Pazarcık bölgesindeki konar göçerlerin bu gün Suriye sınırları içinde bulanan Rakka, Menbiç ve Halep taraflarında iskan edilmiştir. Rakka eyalatinde iskan edilen Türkmen İlbeyli aşireti  Pazarcık Ovasına yerleşmişler, ancak burada yerli halka zulüm yaptıklarından dolayı eski yerlerine gönderilmeleri için 1703 yılında Rakka Beylerbeyi Elhac Mehmet Paşaya ferman gönderilmiştir (MAD. Num.8458- sa.181) Engizek dağında yaylayıp, Pazarcık’ ta kışlayan İl beyli (ilbeylü)  aşireti ahali üzerinde yaptığı baskılar karşısında önce Suriye deki Menbiç’e iskan edilmesine rağmen, sonradan Maraş ve çevresinde oturmak ve oturdukları bu yerleri şen ve abadan(mamur) etmek  üzere, 1704 tarihinde  Maraş Beylerbeyine ve kadısına izin verilmiştir (Maliyeden Müdevver Defteri num. 8458-sah. 98). Yine Cengiz Orhonlu’nun eserinde belirtildği gibi; Kuşcu Ceridi (Çağlyan Cerit - Küçük Cerit ve Yumaklı Cerit köyü yerleşik halkı) ile Kılıçlı Aşireti Pazarcık’a yerleştirilmiştir. Bu tür yer değiştirmeler ve zorla iskan edilme olayları özellikle 1691-1696 tarihleri arasında sistematik olarak gerçekleşirken aralıklarla devam etmiştir.. Pazarcık yöresindeki Türkmen aşiretleri ve cemaatlerinin bir çoğunun bu şekilde sık sık zorla iskan edildiği ve buna rağmen güneydeki Suriye topraklarında su ve yaylak yetersizliğinden dolayı hayvancılıkla geçinen aşiretlerinin devletin bütün önlemlerine rağmen yine Anadolu’ya göç ettiği bilinmektedir. Bu göçler sonucunda, Pazarcık’a (Bağdını Kebir ve Bağdını Sagir)  yerleşenlerin Oğuzların Bayat Boyuna bağılı İl Beyli oymağı (aşireti)  olduğu bilinmektedir.” (http://tarihveegitim.blogcu.com/pazarcik-tarihi-bolum-2/6363188)

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:26:12 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged



ATMALI AŞİRETİ TARİHİ (6)
« Yanıtla #39 : Mart 12, 2010, 04:13:36 ÖS »

Bu çerçevede, 1696’da Yeni İl’den Orta Anadolu’daki Bozok yöresine yerleşenler olduğu da bilinmektedir (Yakup Altın, Arşiv Belgelerine Göre Kırıkkale: Oymak-Aşiret-Cemaatler, 3. b., Ankara: Belen Yayıncılık, 2008, s. 365). Yine, Rakka’daki yerlerini terk eden Cerit aşiretinin Bozok, Kırşehir, Keskin ve Çiçekdağı taraflarına dağıldıkları belirtilmektedir (A.g.e., s. 364).
Aşiretlerin iskânında özellikle 1691-1696 yılları arasının önem taşıdığı görülmektedir. Atmalılar’ın yaşadığı Yeni İl halkı, iskân edilmek istenenler arasında yer alıyordu. Orhonlu şöyle demektedir:
“Yeni-il Türkmenleri, Üsküdar’daki Valide Sultan evkafının reayası idiler; bu sebepten kaynaklarda bazen Üsküdar Türkmeni veya Üsküdar evi şeklinde geçmektedir. Sivas’ın güneyinde bügünkü Kangal kazasının bulunduğu yerleri kaplıyorlardı…. Haleb Türkmenleri de aynı evkafın mukatasına dahil idiler. Sivas taraflarına yaylağa çıkmakta ve orada Dulkadirli teşekkülleri ile beraber Yenil-il’i meydana getirmektedirler.” (Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretleri İskân Teşebbüsü: 1691-1696, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1963, s. 15.)
Orhonlu şunları da söylemektedir: “Haleb Türkmenleri ve Yeni İl haslarına tabi bulunan oymaklar, yazın Arapgir, Canik, Divriği, Bozok, Çorum, Amasya ve Sivas sancaklarında yaylayıp, kışın Şam taraflarına konup göçerek kışlak yaparlardı.” (A.g.e., s. 15, dn. 21.) Yeni İl’den kasıt, Sivas’ın güney ve güneydoğusuna düşen Darende, Alacahan, Kangal gibi muhitlerdir. Faruk Sümer, Sivas’ın güneyindeki Mancılık (Mancınık) köyü ile Gürün ve Hekimhan üzgeni arasındaki bölge olarak gösteriyor. Uzun Yayla’yı da Yeni İl sınırları içinde gösterenler var. Hekim-han’ın kuzey doğusunda ve Alaca-han’ın güney doğusundaki Yellüce dağının da Yeni-İl’in en ünlü yaylalarından biri olduğu belirtilmektedir. Yeni-İl, mâlî bakımdan III. Murad’ın anası Nur-Bânû’nun Üsküdar’da yaptırdığı câmiin evkafına bağlandığı için vesikalarda Yeni İl Türkmenleri’ne “Üsküdar Türkmeni” de denilmektedir. (http://www.mengensofular.com/?q=content/view/75/10)
Öte yandan Darende’nin Başkaya (Melikler) köyünde yaşayan yaşlı bir akrabamızın anlattığına göre, Atmalılar’dan bazıları Haymana tarafına gitmişler, bazıları ise, öküzleri yorulduğu (Govasti) için gidememişlerdir. Yine onun ifadesine göre, Adana taraflarına giden, fakat o havaliyi sıcak buldukları için geri dönenler olmuştur.
Ancak, Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar, bazı çelişkili beyanlarda da bulunmaktadırlar. Bir yerde şöyle demektedirler: “Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, inekleri yorularak Anadolu’da kalanlara GOVASTİ, inekleri kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere GOGUR demişler. Celikanlılar da GOVASTİ’lerdendir.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=70.0) Yukarıda ise, çelişkili biçimde şu ifadeler geçiyordu: “Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriye’nin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına GOVASTİ denilmiş,  sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere GOVGUR demişler.”
Anadolu’dan Kafkaslar’a gidenler bulunduğunu söylemek için bir neden bulunmamaktadır. Tam aksine, daha sonraki süreçte Kafkaslar’dan Anadolu’ya göç yaşanmıştır. Azerbaycan’a yerleşim ise, Beydili boyu için sözkonusudur; ancak Atmalılar’ın içinde yer aldıkları Halep Türkmenleri kolu için bu söylenemez. Halaçoğlu’nun ifadesiyle, “Suriye’deki Beydililer Bozok kolunun önemli boylarından biri olmuş, bu koldan bir boy İran’a giderek Safevî Devleti’nin kurulmasında rol oynarken diğerleri Yeni İl ile Halep Türkmenleri içinde ve İç İl [İçel] yöresinde yurt tutmuşlardır.” Bu durumda İran’a gidenlerin, Safevî Devleti’nin kuruluşunda rol aldıklarına göre, 1400’lü yılların sonunda ya da 1500’lü yılların başında göç ettiklerini kabul etmek gerekir. Yine Halaçoğlu’nun belirttiğine göre, Beydililer’in XVIII. yüzyılda İran devlet idaresindeki nüfuzları azalmış ve bu dönemde Azerbaycan bölgesinde yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Larousse’da da aynı bilgi yer almaktadır.
Yusuf Halaçoğlu, Beydili boyunun, arşiv belgelerinde, Kürt Beğdilisu cemaati şeklinde adlandırıldığını da söylemektedir [Yusuf Halaçoğlu, Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2009, C. 1, s. XXIV]. Yine, Yeni İl ve Halep Türkmenleri’ne tabi Badıllı (Beydili) boybeylerinden bahsedilirken, “Vesair Rum’da olan Ekrad taifeleri ve Çorum Kürdü ihtiyarları” ifadesinin kullanıldığını aktarmaktadır (C. 1, s. XXVI). Halaçoğlu’nun belirttiğine göre, Türk ya da Türkmen oldukları kesin olarak bilinen pekçok topluluk Kürt olarak adlandırılmıştır. Bu çerçevede, “Ekrâd-ı Türkmenân ya da Türkmân-ı Ekrâd” tabirlerinde geçen “ekrâd”ın (Kürtler), dağlı, göçebe ya da yörük anlamına geldiğini söylemektedir (C. 1, s. XXV). Halaçoğlu, Kürtler’le ilgili kayıtların ise arşivlerde Kürt adıyla değil, doğrudan aşiret ismiyle yer aldığını, bunlar için ayrıca “Ekrâd” ifadesinin kullanılmadığını ifade etmektedir. İnternette yer alan bir metinde şunlar da belirtilmektedir:
“… arşiv belgelerinde ‘Beğdili-Beğdilü-Beğdilli-Beğdillü -Badıllı- Badilli’ler hakkında  otuz sekiz (38) belgenin on sekizinde (18) ‘Türkmen Taifesi’ kullanılmıştır. Altı (6) belgede  ‘Konar-Göçer Türkman Taifesi’, beş (5) belgede ‘Konar-Göçer Türkman Ekradı Taifesi’, iki (2) belgede ‘Türkmanı Yörükan’, iki (2) belgede ‘Konar-Göçer Türkman Yörükan Taifesi’, bir (1) belgede ‘Yörükan Taifesi’,  bir (1)  belgede ‘Türkman Ekradı’, iki (2) belgede ise ‘Ekrad Taifesi’ kavramı kullanılmış olup, bir (1) belgede ise aşiretin bağlı olduğu taife belirtilmemiştir.
“Osmanlı arşiv belgelerinden ‘Ekrad’, ‘Kürt’, ‘Türkman’ ve ‘Yörük’ kavramlarının  hangi amaçla kullanıldığı  açıkçası anlaşılmamaktadır. Mesela Osmanlı arşiv belgelerinde ‘Ekrad-ı Çorum’ halkı ‘Türkman Taifesi’, ‘Türkmanlar, Türkmanlı’da “Yörükan Taifesinden” olduğu belirtilirken, ‘Türkman, Türkmanlı’ ise “Türkman Taifesi” olarak ifade edilmiştir. ‘Ekrad- Milli’ ‘Ekrad Taifesinden’, ‘Milli’, ‘Millili’ ise ‘Türkmanı Ekradı Ulus Taifesinden’ olarak tanımlanmış. ‘Milli Türkman’ ise ‘Türkman Ekradı Taifesi’ olarak zikredilir. ‘Hacılar Ekradı’ için de ‘Türkman Taifsinden. Bozulus Türkman Aşiretinden’dir denmiştir. ‘Karacakürd, Karacakürdlü, Karaca Kürd, Karacakürd,   Karaca Kürd. Karacakürd, Karacakürdlü’ kavramları bir yerde ‘Yörükan Taifesinden’,  bir diğerinde ‘Konar-Göçer Türkman Taifesinden’,  ‘Konar –Göçer Türkman Taifesinden. Karaca Kürd Oymağı, Boynuinceli Aşiretindendir’ denilirken, bir başka yerde de ‘Karacakürd Cemaatı, Danişmentli Aşiretindendir’ denilmiştir. ‘Kürdler’ ise ‘Türkman Ekradı Yörükan Taifesinden’ olarak tanımlanır. ‘Kürmanc’lar bir yerde ‘Yörükan Taifesinden’, olarak ifade edilirken,  diğer bir yerde de ‘Konar-Göçer Türkman Taifesinden. Kürmanc Cemaatı, Bozulus Türkman Aşiretindendir’ denmiştir. Bir başka ilginç örnek de ‘Recebli Afşarı Ekradı, Recebli Afşarı Torunları, Recebli Afşarı’ için kullanılmıştır. Mesela ‘Recebli Afşarı Ekradı’, ‘Ekrad Taifesindendir’ denilirken, ‘Recepli Ekradı Afşarı Torunları’ ve ‘Recebli Afşarı’, ‘Türkman Taifesinden’ olarak ifade edilmiştir….
‘Kürt’ ‘Ekrad’ kavramı hakkında belki de en ilginç ve dikkate değer açıklamayı sanırız ilk defa ‘XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı’ adlı eserinde Ünal, ‘Ekrad’ kavramını etnik bir grup olarak değil de “konar-göçer” anlamında kullanmıştır (Ünal, M. A., XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1999, s. 75). Ayrıca ona göre ‘Osmanlı Tahrir Defterleri’nde konu hakkında yeterli bilgi bulmak her zaman mümkün değildir. Çünkü Ünal’a göre ‘defterlerde yer alan bu hususa müteallık bilgiler bazen hatalı ve yanlış ve dolayısıyla yanıltıcı olabilmektedir. Tahrir memurlarının yeterli bilgiye sahip olmamaları, genelleme alışkanlıkları, bugün bizim bazı kavramlara yüklediğimiz manaların XVI. yüzyılda farklı oluşu ve Osmanlı’nın bunu farklı ele alışı gibi hususlargöz önüne alınmadan bu konularda yapılacak değerlendirmelerde gaima hataya düşme ihtimali vardır kanaatindeyiz. Mesela, bugün etnik anlam verilen “Ekrad” kelimesi, çok defa bu manada kullanılmamıştır’ (Ünal, s. 55). Ünal’ın bu görüşünü doğrularcasına McDowwall da şöyle der: ‘MS 7. yüzyılındaki Arap yayılması döneminde “Kürt” sözcüğü göçebeleri ifade etmek için kullanılıyordu. Bu nedenle, etnik olmaktan çok sosyo-ekonomik bir anlam taşıyordu’ (McDowall, D., Kürtler (Uluslararası Azınlık Hakları Raporu), Avesta Basın Yayın, İstanbul, 2000, s. 29). Ayrıca McDowal’a göre ‘bazı Arap, Ermeni, Asuri ve Pers (ve daha sonra Türkmen) aşiretlerinin kültür ve dil olarak Kürtleşmiş olduklarına kuşku yoktur. Böylece Kürt etnik kimliği tek bir ırksal kökene işaret etmemektedir’ (McDowall, s. 29).” (http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=1311)
Öte yandan, Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar’ın yazısında geçen ve İsmail Gümüş’e ait “Atmalı ve Bırruki kardeştir” şeklindeki ifade herhangi bir temele dayanmıyor gibi görünmektedir. Bu yönde bir belge de mevcut değildir. Atmalıların altısı sünnî ve altısı da alevî olmak üzere 12 oymak şeklinde teşkilatlandığı iddiası da gerçekçi görünmüyor, bir kurmaca olduğu izlenimi veriyor. Ancak “Atmalı Aşiretinin asıl merkezini Malatya, Elbistan, Besni, Gölbaşı ve Pazarcık yöreleri teşkil eder” şeklindeki ifade, İslahiye ve diğer yörelerdeki Atmalılar’ın kökeninin Malatya’ya (Arapgir’e) dayandığını göstermektedir. Atman isminin Atmalılar’la bir ilgisinin bulunduğu, arşiv belgelerine dayanılarak söylenebilir, fakat Utman ve Atmanaki isimleri ile Atmalı arasında ilişki kurulması, belgeden yoksun ve zorlama bir yakıştırma gibi görünmektedir.
Yukarıda geçtiği gibi Atmalılar’ın kökenini İran’ın Kaşan kentine dayandıran Hüseyin Ecer ayrıca şunları yazmaktadır:
“… İlhanlı devletinin son bulması ile birlikte Beyler savaşı olarak tabir edilen süreçte Daşt-e Kavir’den ata topraklarımıza geri dönüşümüzdür ve o dönem egemenlik sağlayan DULKADİROĞLU beyliği sınırları içinde yer alan topraklarımıza yerleşmemizdir. Gürün-Sarız-Akçadağ-Kürecik-Doganşehir-Elbistan-Gölbaşı-Besni-Pazarcık-Afşin yaylalarına hakim olduğumuz ve bir kısım ailelerin Suriye-Halep üzerine gidip geldiğidir. Halep’te yasayan akrabalarımızla diyaloglarımız 1960’lı yıllara kadar devam etmiştir. Alxas-Tofkiror-Sinemilli-Kaşanlı-Kistik gibi bugün asiret olarak bilinen yapılaşmalar kullanmasalar da son bağ olarak halen kendilerini ATMİ olarak ifade ederler, oysa ATMİ sıfatını günümüze aşiret ismi olarak taşıyan tek yapılaşma KAŞANLI’lardır. Kendimizi ifade ederken Atmi degil KAŞANLI olarak belirtiriz, bu da İran Kaşanlı’dan (Daşt-e Kavir, Türkçesi TAŞLI OVA) geldiğimizin ifadesidir. Bununla birlikte RAŞİ olduğumuzun bilincini her dönem bir sonraki kuşaklara taşımışızdır…. Raşiler olarak dilimiz Kırmanci ya da Kürdi değil Kurmanci’dir…. Kurmanci ise Raşilerin kullandığı e yerine a, i yerine u gibi sessiz seslilerin kullanıldığı, fonetik olarak gırtlaktan telaffuzla seslendirilen Kürtçe’nin lehcçesidir. Bu ayrımı ancak Kurmanci ve Kirmanci kullanan iki farklı kişiyi karşılaştırdığınızda görürsünüz.” (http://www.facebook.com/topic.php?topic=9634&post=53804&uid=32929115806)
Gerçekte Hüseyin Ecer’in yazdıkları, Kaşanlı ve Beydilili kökenlere ait olayların birbirine karıştırılmış biçimi durumundadır. Konunun daha iyi anlaşılması için basit bir misal vermek gerekirse, Malatyalı bir erkekle Manisalı bir bayan evlendiğinde soylarından gelen kişilerin hem Malatyalı dedelerine, hem de Manisalı atalarına dayanan bir aile tarihçesi olacaktır. Şayet dikkat etmezlerse, olaylar kuşaktan kuşağa aktarılırken, Malatyalı kökenlerine ait özellik ya da olayları Manisalı kökenlerine izafe edebilirler, veya tersi de olabilir. Atmalılar’ın da elbette sadece kendi aralarından evlilikler yapmaları gibi bir durum söz konusu değildir. Belli bir tarihten sonra geniş bir coğrafyaya yayıldıkları için farklı çevrelerle içli dışlı olmuş durumdadırlar. En iyi bilinen örnek, içlerinden bazılarının Kaşanlılar’la kurdukları akrabalıktır. Hüseyin Ecer’le aynı durumda olanların Kaşan kökenli olduklarını söylemeleri doğaldır, fakat bu, Atmalılar’ın da Kaşanlı oldukları anlamına gelmez. Atmalı olup da kökenini (Cengiz Hortoğlu ve bazı Darendeli Atmalılar gibi) Horasan’a dayandıranlar da var. Elbistan ve Arguvan Atmalıları’nın bazılarının da Barazi/Berezi’ye dayandırdıkları görülmektedir. Benim gibi Malatya civarı dışında bir köken işitmemiş olanlar da mevcut. Ancak, Hüseyin Ecer’in “Gürün-Sarız-Akçadağ-Kürecik-Doganşehir-Elbistan-Gölbaşı-Besni-Pazarcık-Afşin yaylalarına hakim olunması ve bir kısım ailelerin Suriye-Halep gelmesi” tespiti genel olarak Beydili boyu için doğrudur, Atmalılar için değil. Öte yandan, Alhaslılar, Karahasanlılar ve Kistikler gibi toplulukların kendilerini Atmalı (Atmi) olarak adlandırmamaları, buna ihtiyaç duymamalarından, daha doğrusu bu adın işlevsel olmadığı için terk edilmesinden ve bir süre sonra unutulmasından kaynaklanmaktadır. Basit bir örnek vermek gerekirse, bir Malatyalı, Malatya’da kendisini “Malatyalı” olarak tanıtmaz, ilçe, köy veya mahallesinin adını söyler. Atmalılar’ın farklı sülaler halinde yoğun olarak yaşadığı bir yerde de, Atmalı adını kullanmak fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Sinemilliler ise, Atmalı değildir, ayrı bir aşirettir. Nitekim Mareşal Moltke de bu ikisinden ayrı aşiret olarak söz etmektedir.
Hüseyin Ecer’in ifadelerinden, atalarının bir bölümünün, İran’ın Kaşan kenti yakınında, Deşt-i Kevir’de (Kevir Çölü) göçebe olarak yaşadıkları ve oradan Malatya tarafına geldikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda, en azından Kaşanlı kökenlerinin kesin olarak Türk ya da Türkmen olduğunu kabul etmek gerekir. İranlı Kürtler orada değil, güneyde yaşarlar. Bununla birlikte, Farsça ile Kürtçe birbirine yakın diller oldukları ve pekçok kelime ortak olduğu için, onların baştan beri Farsça’ya ve dolayısıyla Kürtçe’ye bir yatkınlıklarının bulunduğunu düşünmek gerekir.
Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus şudur: Bugün olduğu gibi Türklük ve Kürtlük şeklinde bir “üst kimlik” düşüncesinin bu topraklardaki tarihi 100 seneyi geçmemektedir. Geçmişte aşiret kimliği daha ön planda olmuştur. Dil konusunda da günümüzde olduğu gibi bir hassasiyet yoktu. Osmanlı’da Türk kimliğinin öne çıkarılması, 19. yüzyıl sonlarında, önce İstanbul’da, aydınlar arasında başlamıştır. Bunların da Türkçülük yapmakla birlikte genellikle köken olarak Türk olmamaları dikkat çekmektedir. Mesela Ahmet Vefik Paşa bu durumdadır. Cumhuriyet döneminde de, Tekin Alp (Moiz Kohen) gibi isimlerin Türkçülüğün teorisini yapmaya çalıştıkları görülmüştür. Ziya Gökalp’in de önce Kürtçülük yaptığı, sonra Türkçülük yapmaya başladığı bilinmektedir.


« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:26:58 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 7
« Yanıtla #40 : Mart 12, 2010, 04:15:15 ÖS »

İnternette, Darende’nin Akbaba köylüleri tarafından hazırlanmış şöyle bir metin de bulunmaktadır:
“ATMALI (BEGİL) AŞİRETİNİN ÇIKIŞ NOKTASI
“Akbaba Asya kuzey Ergenekon Bölgesinden 1700 tarihinde çıkış yapıldı. Irak üzerinden batıya doğru hareket edildi. 1750 yılında Diyarbakır Silvan ilçesinde konaklandı.
“1800’de Türkmen aşireti ve Begil aşireti arasında kan davası oldu. Begil (Atmalı) aşiretinden 500 aile Harput-Elazığ Fırat nehrinin yanına çadırlarını kurdular. Konakladıkları Yazıhan ilçesinde Setiroğlu aşireti ile dost olmuşlardır. Bu dostluğun sonucu olarak Begil aşireti Akbaba Dağı’nın çevresine kadar uzandılar. Begil aşireti yazları yayla yerine Hekimhan Yama Dağları’na konaklamışlardır. Kışın tekrar Akbaba Dağları’na göç ederlermiş. Ve hala da orada yaşamaya devam etmektedirler.
“Begil aşireti 500 hane olup zaman zaman bunlar batıya doğru göç ettiler. Göç noktaları Pınarbaşı, Melikgazi, Çiçeçdağı, Keskin ve Haymana Konya Hunak, Kadınhan, Emirdağ, Bilecik, Söğüt olarak bilinmektedir….”
“Şu anda Darende ilçesinde kalan Begil aşireti; Akbaba, Başkaya, Günerli, Borandır, Üçpınar, Hacoğullar, Kızılmağara, Kömüklü, Karıncalık, Kavaklar, Boyalı, Tullolar, Göynük, Ağılyazı, Kelhasan Uşağı, Kılıçdoğanlar (Gürün) Goluşık (Gürün), Böğrüdelik (Gürün) köylerinde Akbaba aşireti konaklamaktadır. Begil aşireti halkı son çıkış noktası Malatya, Osmaniye, Adana, Ankara, Nazilli (Aydın), İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, İzmit, Antalya, İstanbul illerine göç etmişlerdir.” (http://www.radyodarendemkekec.tr.gg/)
Görüldüğü gibi bu metinde, birtakım gerçek dışı rivayetlerle yakın zamanlara ait ve doğru bilgiler iç içe geçmiş durumdadır. Ayrıca, yaşadıkları Akbaba köyünün isminden hareketle Atmalılar’ı Akbaba aşireti olarak adlandırabilmektedirler. Begil’den Beg-dili’nin (Beydili) kastedildiği anlaşılıyor. Ayrıca 1800’de Begdili (Atmalılar) ile bir Türkmen aşireti arasında kan davası yaşandığı iddia ediliyor. Bu rivayetin doğru olduğu kabul edilebilir, fakat tarih konusunda ihtiyatlı olmak gerekir.
Metinden anlaşıldığı kadarıyla, 1640’larda Arapgir’den ayrılmak zorunda kalan Atmalılar’ın önemli bir bölümü, güneyde, Malatya’nın Yazıhan ilçesi civarında konaklamışlar, burada bir aşiretle (Setiroğlu) dostluk kurmuşlardır. Bunun ardından da Ak(ça)baba Dağları’na (Darende’nin kuzeydoğusunda, Darende ile Hekimhan arasında yer alır) doğru uzanmışlardır. Bu bilgilerin doğru olduğu kabul edilebilir. Gerçekten de, benim dedelerimin yaşadığı yer, Akçababa Dağları’nda yer alan Kızılmağara köyüdür (Önceden Darende’ye bağlıyken, şimdi Kuluncak’a bağlı). Bu metinde Akçababa Dağları’na kısaltma yapılarak Akbaba Dağı/Dağları denilmesine benzer şekilde, bizimkiler sadece Akça Dağ adını kullanagelmişlerdir. Metinde adı geçen Kömüklü köyü, Kızılmağara’ya komşudur. Kömüklü’nün kuzeybatısındaki Temüklü’de de Atmalılar yaşamaktadır. Karıncalık, Kuluncak’a komşudur. Atmalılar’ın Kurşunlu köyüyle de ilgisi bulunduğunu, adı geçen Başkaya (Melik/Melikler) köyünden yaşlı bir akrabamız ifade etmektedir. Kızılmağara ve Başkaya’nın yanı sıra, adı geçen Tullolar (Tıllolar) köyünde de akrabalarımız bulunuyor. Metinde, Sivas-Gürün’ün Kılıçdoğan, Goluşık (?) ve Böğrüdelik köylerinde de Atmalılar’ın yaşadığı belirtilmektedir. Gürün-Ağaçlı köyünün (eski ismi Mahgen) halkının büyük bir bölümü Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesinden gelmiş olmakla birlikte Atmalı olup olmadıkları bilinmemektedir. Yozgat-Sorgun'a baglı Gökiniş ve Çekerek'e bağlı Cemaloğlu köylüleri kendilerinin 1783 senesinde Sivas, Malatya, Gürün çevresinden geldiklerini ve Atmanlı oymağından olduklarını belirtmektedirler. Malatya merkeze bağlı Dilek Kasabası’nda da Atmalılar yaşamaktadır. (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=95.0) Şam'ın bir mahallesinin adının Atmalı olduğu ve sakinlerinin Atmalı aşiretinden oldukları da ileri sürülmektedir. Ayrıca Halep’te Hacı Mahmut Payaho adındaki ailenin de Atmalı olduğu belirtiliyor. (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=94.0)   

5. Mehmet Demir Atmalı bir başka yorumda daha bulunmaktadır:
“Prof. Fahrettin Kırzıoğlu “Kürtlerin Türklüğü” adlı eserinde Celalileri iki kola ayırtmaktadır. Biri Sakasun (Saka/İskitler), diğeri Khalikon (İhtiyarlar)dur. Sakalar, Hun kolundandır. Kholıkon’lar ise Atmalı Aşiretidir. Çünkü Nurdağı’na bağlı Atmalı Köyünün Kürtçe adı Kolıkon’dur. Malatya ve Pazacık’taki Atmalı, Sinemilli ve Demircilerin tamamı bu köyü Atmalı ile birlikte Kolıkon (İhtiyarlar) olarak bilirler. Biz burada Atmalı Aşiretinin Celalilere, bir başka deyişle Celikan Aşiretine bağlı olduğunu görmekteyiz. Bugüne kadar Atmalı Aşiretini direk Rişvan Aşiretine bağlamakta idik. Ancak Celikanlı da Rişvan Aşiretinin bir kolu olduğu için, Atmalı veya Kolıkon da dolaylı olarak Rişvan’a bağlı çıkmaktadır. Rişvan Aşiretinin de Urfa’da ‘Badıllı Aşiretine’ bağlı olduğunu daha önce yazmıştık. ‘Beg-Dili’ boyunun Kürtçe telaffuzu zor olduğundan, ‘Badıllı’ denilmiştir. Bey-Dili boyu da bildiğiniz gibi Oğuzların 24 boyundan biridir. Yani Celikanlı ve Atmalı Aşireti dolaylı olarak Türkmen Boyu olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Malatya, Besni, Adıyaman’ın Çelikhan İlçesi, Kahramanmaraş Pazacık, Konya Cihanbeyli, Ankara Haymana’da ve Gaziantep Nurdağı ve İslahiye İlçelerinde, Nizip, Kargamış’da, Kilis’de, Suriye Kurt Dağı’nda Celikanlı Aşiretinin mensupları yaşamaktadırlar. Yine Rişvan’ın kolları olup da Celikanlılarla birlikte göç etmiş ve birlikte yaşayan kardeşleri vardır. En yakın kardeşleri Atmalı, İfrazlı, Berketli, Çakallı, Hamaldı, Delikanlı, Belikanlı, Melikanlı’dır. Yine Atmalı ve Rişvan kendi aralarında iki kola ayrılmışlardır. Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, İnekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri Kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere Gogur demişler. Celikanlılar da Govasti’lerdendir.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=70.0)
Bu yorumun doğru olması teorik olarak mümkünse de, salt bir köy isminden hareketle varılacak sonuçların doğruluğundan kesin olarak emin olunamaz. Kökeni ta İskitler’e kadar uzatmak ise mümkün görünmemektedir. Atmalı tabiri oldukça yakın zamanlara aittir. Yukarıda verilen bilgilerin doğruluğunu ispatlayacak hiçbir belge de mevcut değildir. Atmalı ile Rişvan ve Celikanlı arasında kurulan bağlantı da yakıştırma ya da tahmin gibi görünmektedir. Öte yandan, “Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, İnekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri Kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere Gogur demişler” şeklindeki ifadeler, daha önce de belirtildiği gibi, aşağıdaki ifadelerle çelişmektedir: “Yazları Malatya, Arapkir, Arguvan ve Doğanşehir’den, Suriyenin Çit-ü Çimen, Hama ve Humus yöresine göç ederken sığırları yorulan Atmalı Aşiretinin bir kısmına Govasti denilmiş,  sığırları yorulmayıp göçe devam edenlere Govgur demişler.” (http://yavuzatmaca.tr.gg/)
Ancak, Konya’dan İslahiye’ye kadar geniş bir alanda tekrarlanıyor olması itibariyle, bir “Govastilik” meselesinin bulunduğu kesindir. Bununla, Mehmet Demir Atmalı’nın “Yine Atmalı ve Rişvan kendi aralarında iki kola ayrılmışlardır. Anadolu’dan Kafkaslara göç ederken, İnekleri yorularak Anadolu’da kalanlara Govasti, İnekleri Kurt gibi yiğit olup da Azerbaycan civarına kadar göç edenlere Gogur demişler. Celikanlılar da Govasti’lerdendir” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=70.0) şeklindeki ifadeleri çerçevesinde, Govastiliği daha geniş boyutta ele almak, salt Atmalılar’a ait bir sıfat olarak düşünmemek gerekmektedir. Govasti kavramının, konar-göçer birçok aşiret ya da topluluk tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Darende’nin Başkaya (Melik, Melikler) köyünde yaşayan sözkonusu yaşlı akrabamızın anlattığına göre, Atmalılar’dan bazıları Haymana tarafına gitmişler, bazıları ise, öküzleri yorulduğu için gidememişlerdir, o yüzden bunlara Govasti denilmiştir. Yine onun anlatımına göre, Atmalılar’dan, Adana taraflarına giden, fakat o havaliyi sıcak buldukları için geri dönenler de olmuştur. Bunun, diğer yazılarda sözünü ettiğimiz Arapgir-Horan’dan göç olayından sonra yaşandığı anlaşılmaktadır.
Darende’nin Akbaba köyünde yaşayan Atmalılar’ın belirttiğine göre, Atmalılar’ın göç ettikleri yerlerden birini Konya-Yunak oluşturmaktadır (http://www.radyodarendemkekec.tr.gg/). İnternette yer alan Anadolu Ajansı mahreçli bir haberde geçen “Govasti” konusu, bu bilgiyle paralellik taşımaktadır:     
“Konya'nın Yunak ilçesinin kuruluş tarihini geleceğe taşımak için bir grup vatandaş tarafından 2008 yılında çekimlerine başlanan 'Govasti' (Yorgun Öküz) isimli filmin tamamlanması için ilgi bekleniyor. Yönetmenliğini Bülent Bakır’ın yaptığı, senaryosu araştırmacı yazarlar ve Yunak tarihinden esinlenerek hazırlanan ‘Govasti’ (Yorgun Öküz) isimli 90 dakikalık filmi Yunak ilçesinin kuruluşu ve tarihini geleceğe taşımak için çektiklerini belirten Halil İbrahim Sapmaz, ‘2008 yılında ilçemizde görev yapan Yunak Kaymakamı Alper Tanrısever, dönemin Belediye Başkanı Hasan Ürün resmi kurum amirlerimiz ve Yunaklı esnaflarımızın destekleriyle 'Govasti' (Yorgun Öküz) filminin çekimlerine başladık. Yunaklı hemşerilerimizin de büyük ilgi gösterdiği film çekimlerinde Yunak’lı vatandaşlarımız rol aldı’ dedi. 1612 yılından günümüze Yunak ilçemizin kuruluşunu ve tarihini film karelerine aktararak çocuklarımıza filmi miras bırakmak istiyoruz diyen Sapmaz, ….” (http://www.istasyongazetesi.com/istasyon/Haberler.aspx?HaberNo=9414)
Yunak 1612 yılında kurulmuş olmakla birlikte, “Govasti” kavramı etrafında yaşanan yerleşimin daha sonraki tarihlerde gerçekleşmiş olduğunu düşünmek gerekmektedir. Nitekim bir başka metinde şu bilgiler verilmektedir:
“Merkeze ve bazı yakın köylere yerlesme 16. yy.dan sonra olmuştur…. 17. yy. başlarında ise tedricen doğudan batıya devam eden göçler sonunda Yunak bölgesine iskan olan 25 obadan 12’sinin bilbası, 12’sinin de Govasti [adını] taşıdıkları ve sırasıyla Hatırlı, Koçyazı, Meşelik, Sülüklü, Saray köylerini kurdukları … bilinmektedir.” (http://okulweb.meb.gov.tr/42/24/730042/yunak.html)
“Govasti” kavramına Konya-Kadınhanı’nın Sarıkaya köyünde de rastlanmaktadır. İnternette yer alan bir metinde şunlar söyleniyor:  
“Sarıkaya Köyü nün kuruluşu ile ilgili tam bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak … birçok sebepten dolayı halkın iç bölgelere, batıya doğru göç etmesi sonucunda Çoğunlukla Malatya-Adıyaman tarafından gelenlerin yerleşmiş olduğu bir bölgedir. Daha sonra doğudan başka göçler de almıştır. İlk olarak ‘Govasti’ adını almışlardır. Göçler kağnılarla yapılmış ve şu anki yerleşim yerine gelindiğinde artık kağnıları çeken öküzler yürüyemez hale gelmişlerdir. Öküz yoruldu manasına gelen govasti ismi buradan gelmektedir. Bu nedenle son durak burası olmuştur. Daha sonra bazıları buradan başka yerleşim alanlarına göç etmişlerdir. Bahsettiğimiz diğer yerleşim alanları Sarıkaya’ya çok da uzak olmayan yerlerdir. Mevcut civar köyler. Yani Çayırbaşı, Sülüklü ve Yunak ilçesine bağlı bazı köyler…. Köyün ilk kuruluşunda akrabalar toplu olarak yerleşmişlerdir. Sımikilar, Turıkilar, Mamalılar, Qolalar gibi isimlerle anılırlar. Daha sonra nüfusun artmasıyla köy iyice birbirine karışmıştır.” (http://www.sarikayaliyim.tr.gg/SARIKAYANIN-TAR&%23304%3BH%C7ES&%23304%3B.htm)
Yukarıda anlatılanlar, Govastilik meselesinin Atmalılar’a ait bir konu olmadığını göstermektedir. Bu kavrama ayrıca Konya-Çeltik’in Adakasım köyünde de tesadüf edilmektedir. Ramazan Çavdar, köyle ilgili olarak şu bilgileri veriyor:
“1756-1783 yılları arasında Malatya, Elazığ ve Adıyaman illerinden göç ederek gelenler tarafindan kurulmuş bir İç Anadolu köyüdür…. ilk yerleşen kişinin adı Kasım olduğundan, gölün yanı da hüyük olan ve ada görünümünde bulunduğu için ‘Kasım’ın adası’ zamanla Adakasım ismini almiştir. İlk gelen ailelerin (Govasti) Yorgun Öküz kabilesi bulunmaktadır. Günümüzde bu kabilelerin Malatya (Pötürge, Yazıhan, Arapgir, Akçadağ, Elazığ (Baskil), Sarıkamış, Tokat (Zile) ve Yozgat (Akdağmadeni) illerinde de halen bulundukları, yaptığım çalışmalardan anlaşılmıştır.” (http://www.turkcebilgi.com/%C3%A7eltik,_adakas%C4%B1m/haritasi)
Ramazan Çavdar’ın göç için verdiği tarihin, konuyla ilgili olarak tarih veren başkalarınınkine nisbetle daha gerçekçi olduğu görülmektedir.
“Govasti” meselesini, Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Haticepınar köylüleri de dile getirmektedir. Hüseyin Ecer gibi, köy halkının İran’ın Kaşan şehrinden göçüp önce Diyarbakır’ın (Amid) Maden ilçesine yerleştiği iddia edilmektedir. Ancak, bundan emin olmadıkları için, “Başka bir kaynakta boyun Rişvan aşiretine mensup olduğu, bunların Kürtleşmiş Türkmenler olduğu belirtilmektedir” demektedirler. Daha yakın zamanlara ait ve bu nedenle doğru olması ihtimalı daha fazla olan rivayetler olarak da şunları aktarmaktadırlar:
“Malatya ile Halep arasında hayvancılıkla yaylak kışlak şeklinde gidip geldikleri bilinmekte. Malatya’da kalanlara Govasti denılmiş, nedeni öküzlerinin yorulup yola devam etmemesınden kaynaklanmaktadır. Maraş, Kayseri ve Konya’ya göçedenlere Govgır denılmiştir. Aşiret göçebe bir hayat tarzını benımsemiştir, Osmanlı Devleti döneminde bunlar bütün boylar gibi iskana tabi tutulmuş, iskanda genelde boylar parçalara ayrılarak yerleştirilir, Kaşanlı halkı da parçalara ayrılarak Çannakkale, Konya, Kayseri, Malatya, Maraş, Halep’e yerleştirilmiştir. Altı oymak ‘Govasti’, altı oymak ‘Govgur’. Veya altı oymak Alevi, altı oymak Sünni şeklinde teşkilatlanmasını yapmıştır. ‘Govastiler’ Güneydoğu Anadolu’da Pazarcık, Besni, Gölbaşı, Elbistan, İslahiye yörelerine, İç Anadolu’da Konya, Ankara/Haymana/Bala, Kırşehir, Sivas/Gürün, Tokat, Yozgat’a, Doğu Anadolu’da ise Ağrı/Patnos, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tunceli, Bitlis, Van/Erciş ve Gürpınar yörelerine dağılmışlar. İslahiye’ye bağlı Atmalı köyünde Govastiler oturmaktadırlar. Atmalıların en yaşlıları buraya yerleştikleri için, Kürtçe adına Ko’lıkon demişler. 12. yy. sonlarında Musul’dan gelen Oğuzların Peçenek boyundan Atçekenler’le ( Esbkeşan) bağlantılı olabilirler.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Haticep%C4%B1nar,_Af%C5%9Fin)
Burada anlatılanların Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar’dan iktibas olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca çelişkili açıklamalar da içermektedir. Mesela Konya’ya göçedenler için hem Govgır, hem de Govasti ismini kullanmaktadırlar. Oymak şeklindeki örgütlenme ile ilgili ifadelerin de bir nevi kurmaca olduğu düşünülebilir. Aynı şekilde göç edilen beldelerle ilgili rivayetler de biraz abartılı görünmektedir.

6. Mevcut bilgiler çerçevesinde Atmalı aşiretinin kökeninin Arapgir’in Atma köyüne dayandığı kesin biçimde söylenebilir. Enver Çakar ile Füsun Kara’nın Arapgir’in 1643 tarihli avârız-hâne defterine dayanarak verdikleri bilgilerden, Atma’nın, o tarihte Arapgir’in en büyük köyü olduğu anlaşılmaktadır. (Enver Çakar ve Füsun Kara, “17. Yüzyılın Ortalarında Arapgir Sancağında İskân ve Nüfus (1643 Tarihli Avârız-Hane Defterine Göre)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 385-412, Elazığ-2005, http://www.akademiktarih.com/17.-yuzyilin-ortalarinda-arapgir-sancaginda-isk-n-ve-nufus-1643-tarihli-av-riz-hane-defterine-gore.html)
Söz konusu makalede Arapgir’in 1643 tarihli avârız-hane defterine dayanılarak, köy ve mezraların vergi nüfusu aktarılmaktadır. Bu köylerin o zamanki ve şimdiki adları ile şu anda bağlı oldukları ilçeler de belirtiliyor. Atma adlı bir köyün adı geçiyor olmakla birlikte, şimdiki adı ve şu anda bağlı bulunduğu yer ismi boş bırakılmış. Doğal olarak bu köy, geçmişte belirli bir zamanda bir şekilde ortadan kalkmış, halkı dağılmış bir köy. İlginç olan nokta, Atma köyünün, 1643 yılında 84 kişi ile en yüksek ‘vergi nüfusu’na sahip köy oluşu.. Onu izleyen en kalabalık köylerin vergi nüfusları sırasıyla şöyle: 61, 58, 53, 52, 42, 37, 31.. Geriye kalan 91 adet köyün vergi nüfusu ise 30’un altında..
Atmalılar’la ilgili olarak bilinen en eski üçüncü belge budur.

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:28:04 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI AŞİRETİ TARİHİ 8
« Yanıtla #41 : Mart 12, 2010, 04:16:20 ÖS »

Burada yayınlanan diğer yazılarda aktardığımız gibi, Atma köyü Horan (Horun) olarak bilinen mevkide yer alıyordu ve 1640’lı yılların sonunda yaşanan trajik bir olay sonrasında ortadan kalktı. Nitekim Arapgir’de bugün bu adı taşıyan bir köy mevcut değildir. (Horan’da yerleşim tekrar ancak 1800’lü yıllarda başlamış ve günümüzde adı Kaynak olarak değiştirilmiştir.) Bir başka deyişle, Horan mevki adı, Atma ise köy adıdır. (İstanbul’da Büyük ve Küçük Çamlıca mevkilerinin bulunması, fakat bunların mahalle adı olmaması gibi.. Bu mevkilerdeki mahallelerin adı başkadır.) Necati Demir, “Horan Kelimesi Üzerine” başlıklı bir araştırma yapmış bulunmaktadır (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 2002, C. II, s. 25-34;http://turkoloji.cu.edu.tr/makale_bilgi_sistemi_02/tum_print.php?all=1)
Ancak, Muammer Şahin’in “Babam” adlı kitabında aktardığı gibi, Sabri Kelemeroğlu, Arapgir Postası’nda 1994 yılında yayınlanan bir yazısında, söz konusu trajik olayı yaşayan Horan köyünün (yani Atma’nın) 1335’te kurulmuş olduğunu söylemektedir. [Suriye’de Horan adlı bir yerleşim yeri mevcuttu. 1884 ve 1899 yıllarında Kafkaslar’dan gelen göçmenlerin Suriye’de iskân edildikleri muhitler arasında Şam, Nablus, Hama, Maphlouse, Kunaytra, Dumer, Yaşa ve Akka’nın yanı sıra Horan’ın da yer aldığı, bu beldelerde geniş boş arazilerin bulunduğu belirtilmektedir. (www.nartajans.net/.../KIRIM%20VE%20KAFKASYADAN%20G%D6%C7LER%20V.doc)
1894’te Şam-Horan demiryolunun inşa edildiği de ifade edilmektedir. (http://www.turkansiklopedi.com/ara/k%C3%BCtahya.html) Ancak, bu isim benzerliğinden hareketle bir ilişki kurulabilir mi, bilmiyoruz.]
Aktarılan bu bilgiler çerçevesinde, Atma aşiretinin atalarının 1335 yılında bu köye yerleştiklerini ve yaklaşık 315 yıl bu köyde ikâmet ettiklerini, zamanla Arapgir’in en kalabalık köy sakinleri durumuna geldiklerini düşünmek mümkün olabilir. Ancak, 1643 yılından öncesine ait ve Horan dışındaki beldelere işaret eden iki kayıt daha mevcuttur.
Bunlardan ilki, 1560 tarihli Malatya tahrir defterinde yer almaktadır. Orada, Atmalu cemaatinin, Kara Şah Kulı akrabası cemaati ile birlikte, Malatya’nın Keder Beyt nahiyesinin Salay Basan mezrasında (Mintaş Pınarı mezrası yanında) yedi nefer olarak meskun bulundukları ifade edilmektedir. Bu yedi kişinin üç veya dört kişisinin Atmalılar’dan oluştuğunu söylemek mümkün olabilir. (Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük, Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (1560), Ankara: Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi, 1983, s. 146.)
En eski ikinci kayıt ise, Atmalılar’ın 1563 yılında Maraş topraklarında Alma Kuşağı Mezrası’nda, başkalarıyla birlikte tarımla uğraştıklarını göstermektedir. Şöyle deniliyor: “Mezra-i Alma Kuşağı nezd-i mezbûr, tâbi‘-i mezbûr, Cemaat-i Atmalu ve gayriler ziraat iderler.” (Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri: 1563, C. 1, Ankara : Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, 1988, s. 303.)
Her iki kayıtta da Atmalu olarak Türkçe bir ad ile anılmaları, Türkmen olduklarını göstermektedir. Arşiv belgelerinde ayrıca Ekrad ve Türkmen Ekradı olarak nitelendirilmiş bulunmaları, Halep Türkmenleri’nin “Kürtler Obası”ndan olmaları ihtimalini de akla getirmektedir. Atmalılar her ne kadar arşiv belgelerinde Ekrad ya da Türkmen Ekradı olarak adlandırılıyorlarsa da, aralarında Şafiî mezhebi mensubu olanların sayıca yok denecek kadar az olması (Pazarcık’taki bir iki köyün Şafiî olduğu iddia ediliyor. Ancak bu bilgi doğrulanmaya muhtaçtır), köken itibariyle Kürt olmadıklarını gösteren bir işaret durumundadır. Ayrıca, Osmanlı arşivlerinde Kürtler’in salt aşiret adlarıyla yer aldığı, ayrıca Kürt oldukları kaydının düşülmediği de bilinmektedir. Beydililer’den arşiv belgelerinde “Kürt Beğdilisu Cemaati” olarak bahsediliyor olması da, Atmalılar’ın “Ekrad” ve “Türkmen Ekradı” olarak nitelendirilmeleriyle paralellik göstermektedir.
Bu durumda, şu soruya cevap aramak gerekmektedir: Neden bazı Atmalılar kendilerini Kürt olarak nitelendirmekte veya Kürt hissetmektedirler? Bu soruya şu şekilde cevap verilebilir: Bazı Atmalılar’ın Arguvan’a yerleşip alevî kökenlilerle akrabalık kurmaları ve kültürel etkileşim içinde kendilerini alevî olarak nitelendirmeye başlamalarına benzer şekilde, Kürtler’in meskun olduğu bölgelere yerleşen veya onlarla akrabalık kuran Atmalılar’ın, Kürtler’le olan irtibatları ve sonucunda, birkaç nesil sonra Kürtçe’yi de konuşmaya başladıklarını düşünmek gerekir. Mesela bir Kürt kızıyla evlenen kişinin çocuklarının, Kürtçe’nin konuşulduğu bir bölgede yaşamaları durumunda, Kürtçe’yi annelerinden öğrenip konuşacakları ve Kürtçe’nin konuşulduğu bir muhitte olmaları itibariyle bu dili unutmayacakları şüphesizdir. Böyle bir ortamda, bir iki nesil sonra, hem Türkçe hem de Kürtçe’yi konuşan bu insanlar, kendilerinin Kürt olduklarını düşüneceklerdir. Çünkü, kendilerine, “Kürt değilsek neden Kürtçe konuşuyoruz ve Kürtçe’yi nasıl öğrendik?!” diye soracaklardır. Atalarının bir bölümünün Kürt olması gerçeği ışığında bu akıl yürütüş biçimi yanlış da olmayacaktır. Ancak bu, onların köken olarak Türkmen (veya aynı zamanda Türkmen) olmaları gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır.
Atmalılar’ın geçmişte Malatya’dan küçük topluluklar halinde Kahramanmaraş, Sivas, Kayseri, Konya, Gazianteb, Adıyaman, Yozgat, Kırşehir (Çiçekdağı), Konya, Ankara (Haymana) ve Kayseri topraklarına göçerek yerleştikleri anlaşılmaktadır. Erzincan’ın İliç ilçesinin Atma köyü sakinlerinin de Atmalılar’dan olabileceği düşünülmektedir. Sivas-Kangal’ın Karamehmetli Köyü’ndeki Çilogiller ailesi de Malatya-Arguvan Atmalıları’ndandır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Karamehmetli_K%C3%B6y%C3%BC,_Kangal) Kangal’ın Oğlaklı (Zobular) köyünde de Atmalılar bulunduğu belirtilmektedir (http://nn-no.facebook.com/group.php?v=wall&viewas=0&gid=32929115806). Ancak bu köyde yaşayanların Canbeg adlı bir aşiretten olduğu, Raşolar adlı bir ailenin de Malatya-Hekimhan kökenli olduğu belirtilmektedir. (http://www.aleviweb.com/forum/showthread.php?t=27062) Hekimhan ile Arguvan komşudur. Adıyaman-Gölbaşı’nın Kösüklü ve Kahramanmaraş-Pazarcık Töreler köylerinde de Atmalılar yaşamaktadır. Elbistan-Karahasan'dan ayrılıp Afşin’in Oğlakkayası köyüne yerleşenler de vardır. Bunlar arasından çıkan Bozo adlı biri, tahminen 1915-1917 yılları arasında Sivas’ın Gürün ilçesinde eşkıya olduğu gerekçesiyle asılarak idam edilmiştir.  (http://hasseler.azbuz.ekolay.net/index.jsp). (Kamber, Habib ve İbrahim adlı kardeşlere sahip olan bu Bozo’nun, dönemin meşhur eşkıyası Bozo ile bir ilgisi yoktur. Bölgede pekçok mal ve can kaybına sebep olmuş bulunan bu meşhur Bozo’nun adı Bozan olup Malatya-Doğanşehir’in Polatdere köyündendir. Kardeşlerinin isimleri de Abuzer, Mamo ve Seydo’dur [http://www.mesop.net/?app=izctrl&archiv=39&izseq=izartikel&artid=864]. Ayrıca bu Bozo, Malatya’nın Balyan’lı aşiretindendir. Pazarcık Atmalıları’nın reisi Paşa Yakup’un çiftliğini basıp üç tane kadını dağa kaldırdığı için aynı aşiretten Molla Mehmet Karayılan tarafından takip edilmiş ve öldürülmüştür [Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan: Milli Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikayesi, C. 5’ten aktaran http://www.dizifilm.com/forum/showpost.php?p=6338753&postcount=956]. Sözkonusu çeteyle ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmet Eyicil, “I. Dünya savaşı ve Kurtuluş Mücadelesi Sırasında Maraş’ta Ermeni Mezalimi”, Belleten, C. LXVII, Aralık 2003, S. 250, s. 911-947; www.ttk.org.tr/templates/resimler/File/.../bel250-911_947.pdf) Sivas-Gürün ilçesi Bağlıçay (Alacamezar) köyü halkından bir bölümünün Elbistan-Alhas bölgesinden geldikleri belirtilmektedir. Diğer bölümü de Malatya Akçadağ bölgesinden gelmişlerdir. Elbistan-Alhaslı bölgesinden gelenlerin, Alhaslılar Atmalı aşiretinden olduğu için, aynı kökene sahip olması ihtimali yüksektir. (http://www.cizgiliforum.com/showthread.php?t=9883) Sivas-Şarkışla’nın Sarıkaya köyünde de Alhaslılar yaşamaktadır (http://www.main-board.eu/sivas/326721-sarkisla-sarikaya-koyu.html). Gaziantep civarındaki Atmalılar’ın Arapgir Horan’dan ayrılınca önce Malatya-Doğanşehir’in Harapşehir (Günedoğru) Köyü’ne yerleştikleri anlaşılmaktadır. Şu anda Atmalı, Yaylacık, Ataköy (Hortlar), Künesler, Tandırlı, Sakçagözü, Yenipınar Mahallesi ve Şatırhöyük’te Atmalılar yaşamakta olup, Atmalı Köyü ve civarında oturan Atmalılar’a Kolugan (Kurmançça ihtiyarlar) denilmektedir. (http://www.sendeyaz.biz/Yazi/8188/gavurdagi-asiretleri.html) Araban ilçesi Karavaiz köyünde de Atmalılar mevcuttur. 1643 yılında Atma’nın, Arapgir’deki 99 köy içinde nüfusunun kalabalıklığıyla ilk sırayı aldığı düşünülürse, göç etmelerinin ardından farklı beldelere yerleşip çoğalmış olmalarını doğal karşılamak gerekir.
Atmalılar’la ilgili bilinen dördüncü belge, 1720 tarihini taşımaktadır. Buna göre, 1720’de Malatya’daki Atmalu (Atmalı) cemaatinden (aşiretinden) Göçer Elhac Kethüda, Koyun-oğlu Ali ve oğlu Çolak Mehmed ve Mustafa-oğlu Hüseyin ve tevâbii (tabileri) ve Çoban-oğlu ve tevâbii, diğer aşiretlerden olanlarla birlikte, bölgeyi eşkıyadan korumak için Harran Ovası’na yerleştirilmişlerdir (Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988, s. 120-121, 140). O dönemde aşiretlerin içinde onları devlete karşı temsil eden bir ‘bey’in yanı sıra, onun atadığı bir de ‘kethüda’ bulunmaktaydı.
Atmalılar’la ilgili bilinen en eski beşinci belge ise 1734 tarihini taşımaktadır. Buna göre, Maraş Beylerbeyi Rişvanzade Süleyman Paşa’ya, “harp ve darbe muktedir”, yani eşkıyaya karşı savaşabilecek kabiliyette bir cemaatin, Alacahan’a yerleştirilmesi için 1734 yılında emir gönderilmiştir. Bu iş için Arapgir sancağının erbâb-ı tîmar köylerinden, göçebe Atmalı cemaati seçilmiştir. (Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 108-131; Faruk Söylemez, Osmanlı Devletinde Aşiret Yönetimi: Rişvan Aşireti Örneği, İstanbul: Kitabevi, 2007, s. 254-255).
Buradan, Atmalılar’ın 1734 yılında timar sahibi oldukları, Arapgir’e bağlı topraklarda göçebe olarak yaşadıkları ve harp ve darbe muktedir olmalarıyla tanındıkları anlaşılmaktadır. Timarlı olmaları, göçebe olmanın yanı sıra, kendilerine verilen toprak ya da arazide tarım da yaptıklarını gösterir. Ancak, Alacahan’a iskândan afları için Divan-ı Hümayun’a başvurmuşlar ve bu talepleri kabul edilmiştir (Halaçoğlu, a.g.e,, s. 108, dn. 760, 763).
Mehmet Demir Atmalı ve İbrahim Uçar şöyle demektedir: “Malatya-Pazarcık bölgesinde yaşayan Atmalı Aşireti’nin Reisliğini, Kızkapanlı Oymağından ‘KOSAYİ ATMEN’ (Atmalı Köse) adında bir kişi yapıyormuş.  Daha sonra Karahasan Oymağından BOZDAĞLARdan sırası ile Karahasan,  Mehmet (Kör Mamo) Ağa, İbrahim Ağa, Boz ağa, Asaf Ağa, Süleyman Ağa (Sılsıki Bozağa), Yakup Hamdi Bey (Paşa), Ahmet Bozdağ ve oğlu Ali Bozdağ Reislik yapmışlardır. Pazarcıkta ikamet eden Bozdağlar Ailesi, Aslında Elbistan Karahasanuşağı’ndan gelmektedirler. Bundan 550 yıl önce, Maraş bölgesine hakim olan Dulkadıroğullarına karşı Osmanlı’yı destekleyen Atmalı Aşireti’nin Reisi KARAHSAN, bu savaşta iki kardeşini kayıp etmiştir.” Bir başka metinde ise şöyle denilmektedir: “Geçmişten günümüze Atmi aşiretinin reisleri sırasıyla Kara Hasan Muhammed Ağa, İbrahim Ağa, Bozo Ağa, Asaf Ağa, Süleyman Ağa ve Paşa Yakup’tur.” (http://www.alibeyusagi.homepage.t-online.de/html/pazarcik_hakinda_bilgi.html)
Tarihçiler genelde her yüzyıl için üç kuşak kabul ederler. Bu durumda Kara Hasan Ağa’nın yaşadığı dönem 1720’li yıllar civarı demektir. Dulkadıroğulları’na karşı Osmanlı’yı desteklemiş olması ise imkânsızdır.
Öte yandan, Hüseyin Ecer şöyle demektedir: “Osmanlı tapu kayıtlarında ise Malatya Doğanşehir havzası ile Elbistan AtmalıKaşanlı, Hasanali, Kistik bolgeleri 12 baba adına tapuludur, ancak bir dönem Besni Beyliğine, 1900 sonrası ise Fındık Beyliğine verilmistir. Bugün bile halen Kistik ve AtmalıKaşanlı tartışmalı yaylası dedemiz PirHusin uzerine gorünmektedir…. biz sözlü aktarılan tarihimizde Yegen dedemizin, oğlu Nasir ile 1750’li yıllarda Topraktepe köyü olarak bilinen GundeKoşi’de ilk iskanı yaptığını biliyoruz.” (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=50.0)
Atmalılar’ın 1734 yılında timar sahibi oldukları, Arapgir’e bağlı topraklarda göçebe olarak yaşadıkları ve harp ve darbe muktedir olmalarıyla tanındıkları Divan-ı Hümayun mühimme defterinden anlaşılmaktadır. O halde Atmalılar Elbistan ve Pazarcık civarına ilk olarak 1750’li yıllarda yerleşmiş olmalıdırlar. Nitekim, Atmalılar’ın yaşadığı Kızkapanlı (Pazarcık ilçesi) köyünün yaklaşık 200 yıl önce kurulduğu tahmin edilmektedir. Atmalı aşiretinden Çopur Haydo adında birisi gelerek bugünkü Çopurlar Obası'na yerleşmiştir. Yine, ilk sakinlerinin bir kısmının Atmalı aşiretinden olduğu belirtilen Tetirlik köyünün kuruluşunun da (Pazarcık) 150-200 yıl öncesine dayandığı belirtilmektedir. Atmalılar’ın yaşadığı Turunçlu köyünün de (Pazarcık) 150 yıllık bir geçmişi vardır. Çöçelli Köyü'ne (Pazarcık) ilk gelenler de Atmalı aşiretine bağlıdır ve köyün ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık olarak 150 senelik bir geçmişi olduğu söylenmektedir. (http://www.varbak.com/pazarcik-ilcesi-ve-koyleri-t56538.html?s=00ce8be74f6681c8d67392d6c5f917f4&;) Alhaslılar’ın yaşadığı Elbistan’ın Yalıntaş köyünün de yaklaşık 250 yıl önce kurulduğu tahmin edilmekle birlikte bazı kaynakların 1810 yılını gösterdiği belirtilmektedir (http://nedir.antoloji.com/kahramanmaras-elbistan-yalintas-koyu/)
Atmalı aşiretiyle ilgili olarak en eski güvenilir bilgilerden birini de, 1766’da 1000 çadıra sahip bulunuyor olmaları oluşturmaktadır (Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 108, dn. 759).
(Bununla birlikte Atmalılar’ın tamamının göçebe olarak yaşadığını, şehirlere yerleşenler bulunmadığını düşünmek yanlış olur. Nitekim internette yer alan bir metinde şu ifadeler yer almaktadır: “… 1923 yılında Malatya bir matbaaya kavuşmuştur. Şehrimizdeki bu önemli eksikliği gören bazı bilim adamları ile aydın kişiler Malatya'da da bir basım evi kurulmasına karar verirler. Bu arada Hoca Keşşaf Efendi (Keşşaf Hoca) bunu becerecek gençleri teşvik ile, daha önce İstanbul'a yerleşmiş, Malatyalı işadamı Müminzade Mahmut Efendi'nin aracılığını sağlar. Atmalızade Osman Hilmi [Taner], bir matbaa makinesi almak için İstanbul'a yollanır.” [http://www.ahmetsenturk.net/index.asp?id=366&syf=haberler&x=Malatyan%FDn%20K%FClt%FCrel%20Dokusu])


“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka birşey değildir. Ahiret yurdu ise takvalı olanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akletmeyecek misiniz?!” (En’am Suresi, 6/32)



« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 02:28:37 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALI BİR KAHRAMAN: MOLLA MEHMET KARAYILAN
« Yanıtla #42 : Mart 12, 2010, 04:17:32 ÖS »

ATMALI BİR

KAHRAMAN:

MOLLA MEHMET

KARAYILAN





Larousse’da Karayılan hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

“KARAYILAN, asıl adı Mehmet, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından (Besni 1888 – Gaziantep 1920). Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Güney Anadolu’daki Kuvayı Milliye örgütünde görev aldı. Karabıyıklı’da düzenlediği baskın sırasında  (20 Ocak 1920), Fransız işgal birliklerine önemli kayıplar verdirtti. Şamlı Kel Ahmet çetesinin ortadan kaldırılmasını sağladı. Antep’in Fransız işgalinden kurtarılmasında büyük katkısı oldu (1 Nisan 1920). Samsaktepe saldırısı sırasında şehit oldu. Adı halk türkülerine ve edebiyatımızda şiirlere (Nazım Hikmet’in “Kuvay-ı Milliye Destanı”nda bir bölüm) konu olmuştur.”

Molla Mehmet Karayılan, 1888 yılında, şu anda Maraş-Pazarcık’a bağlı Höcüklü köyü Kürt Elif (ya da Elifler) mezrasında kıl çadırda doğmuş olup, Besni nüfusuna kayıtlıdır. Malatya’dan Pazarcık ve İslahiye’ye kadar uzanan bölgede yaşayan Atmalı aşiretinin Kabalar oymağındandır. Hayvan sürüleri bulunan ve çevresine göre zengin sayılan bir köylü ailesine mensuptu. Babası 1904 yılında Ermeni eşkıyaları tarafından obasına yapılan baskın sırasında şehit düşmüştür.

Malatya Akçadağ ilçesi Söğütlü köyü imamından Kur’an dersleri almıştır. Köyde imamlık yapıp namaz kıldırdığı için ona ‘Molla’ denilmiştir. Babası Memo iyi dövüştüğü, bir köy kavgasında elindeki kılıçla köy halkının tamamını mağlup ettiğinden ona “Karayılan gibi kayıp gidiyor” demişler. Bu nedenle Karayılan lakabı ona babasından kalmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Rus cephesinde savaşmış, çeşitli yararlıklar göstermiş ve çavuşluğa terfi ettirilmiştir. Bu savaşta ayağından yaralanarak Malatya Hastanesi’nde tedavi edilen Karayılan, daha sonra köyüne dönmüştür. Hükümet kuvvetleriyle birlikte eşkıya Bozo’yu takip etmiş, yakalanmasında rol almıştır. Eşkıya Bozo, Gürün’de asılarak idam edilmiştir.

Daha sonra, Fransızlar’ın Kilis’ten Antep’e girmek üzere oldukları haberi gelir. Bunun üzerine Karayılan savaş hazırlıklarına başlar. Atmalı aşiretinden 82 gönüllü akrabasını çete olarak toplar. 1600 baş hayvanını satarak hiç kimseden yardım ve destek almadan çetesini donatır. Annesi Ayşe, “Yavrum sen bu kadar malı mülkü satıp nereye gidiyorsun? Sen deli misin?” der. Karayılan, “Ana, Ana, sen doğuda Ruslar’ın, Ermeniler’in yaptıklarını görseydin, şimdi sen de durmaz giderdin” der.

Kardeşi Süro Mamo’yu Maraş’a gönderir, üç katır yükü silah satın aldırır. Kimseye bilgi vermeden çetesiyle birlikte geceleyin Karabıyıklı köyünde pusu kurar, Maraş’a giden Fransız kuvvetlerini perişan eder. 50 kadar Fransız askerini esir alır, esirlerini kendi köyüne götürerek her gün koyun eti ile besler. Daha sonra esirleri Pazarcık Kaymakamına teslim eder.

Adını Karabıyıklı cephesi ile Antep’e ve Türkiye’ye duyuran Karayılan’a Heyet-i Merkeziye tarafından görev verilmek üzere davetiye çıkarılır. Dülük köyüne gelen Karayılan, eşkıya Samlı Kel Ahmet’i bu köyde ağaca asar. Ankara’dan gelen Kılıç Ali Bey ile de bu köyde tanışır.

Daha sonra 82 kişilik çetesi ile birlikte Dülük köyüne gelerek şehri kuşatan Fransız çemberini yarmış ve Antep’e girmiştir. Karargâh olarak önce Bekirbey sonra Karagöz Camisi’ni kullanmıştır. Daha sonra adamlarının sayısı 150’yi bulur. Bu arada Antep cezaevinin kapılarını açtırır, hükümlülerin ellerine silah verir ve çetesine yeni gönüllüler katar.

Elmalı cephesinde Birinci ve İkinci Ağcakoyunlu cepheleri, İkizkuyu cephesi, Nizip yolu savaşları, Mağarabaşı savaşları ve Kurbanbaba savaşına katılan Karayılan, İkizkuyu cephesinde Fransız katar kolunu perişan etmiş, Fransız kumandan Norman kolundan yaralanarak Halep’e kaçmıştır. Norman’ın hanımı ise Karayılan’a esir düşmüştür. Hanım iki ay çetelerle birlikte kalmış, mütarekeden sonra başkarakolun orada Norman’a teslim edilmiştir.

Antep’in Fransızlar’a teslim olmasından sonra, Fransızlar yardım dağıtırken çete üyeleri yardım almaya gelmezler. Norman’ın hanımı bizzat ismen onları çağırtarak kocası Norman’a “Ne istiyorlarsa onlara fazlasıyla ver. Onlar bana dokunmadılar, iki ay boyunca bana bir hanımefendi gibi baktılar” deyince Norman çete üyelerine ne istediklerini sorar. Onlar da, “Silah ve mermi istiyoruz” derler. Bunun üzerine “Silah ve mermiyi ne yapacaksınız?” diye sorulunca, “Size sıkacağız” derler.

Karayılan 24 Mayıs 1920 sabahı kalkar, her zaman olduğu gibi beyaz elbisesini giyer, sabah namazını kıldıktan sonra kamçısını ve gümüş saplı kamasını Karagöz Camii imamı Mehmet Ömer’e teslim eder, “Hocam, ben cepheden dönersem emanetimi geri verirsin. Şehit olursam bunları köydeki kızım Selvi’ye verirsin” der.

İşte o gün, Sarımsak Tepe’de (Şıhın Dağı) zorlu bir savaştan sonra düşman kaçmaya başlayınca sevinerek mevzi değiştirmek için ayağa kalkan Karayılan, Hayri Efendi’nin bağının çitinin üzerinden geçerken, talihsiz bir kurşun göğsünü parçalamıştır. O gün kendisi ile birlikte 19 arkadaşı daha şehit olmuştur.

Antep halkı Karayılan’ın ölümünden sonra şu ağıtı yakmıştır:



“Karayılan der ki gelin oturak

“Kilis yollarından kelle getirek

“Fransız adını bütün batırak

“Vurun Antepliler namus günüdür

“Vurun çetelerim namus günüdür



“Atına binmiş de elinde dizgin

“Girdiği cephede hiç olmaz bozgun

“Çeteler içinde Yılanım azgın

“Vurun Antepliler namus günüdür

“Vurun çetelerim namus günüdür.”



(Mehmet Demir Atmalı, “Gaziantep Savunmasında Destanlaşan Karayılan”, http://www.yardimx.com/turkce-indir/molla-mehmet-karayilan-2.html;http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=3011)



KIZININ AĞZINDAN

KARAYILAN'IN

GERÇEK HİKÂYESİ



Bugünlerde insanları ekranlara bağlayan bir hadise var: Karayılan dizisi. atv'nin bu çok izlenen yeni dizisi, Kurtuluş Savaşı sırasında Antep halkının bir aşiret reisi önderliğinde Fransız işgaline karşı direnişini anlatıyor. Artık tarih kitaplarında didaktik bir ders olarak yerleşen Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan Gaziantep Savunması, bugün din, dil, etnik farklar yüzünden birbirini yiyen insanlara yaklaşık 90 yıl önceden çok güzel bir cevap veriyor. Bu cevabı verenler vatan ve özgürlük tutkusundan başka doğru bilmeyen, Türkler'in, Ermeniler'in ve Kürtler'in yaşadığı bir bölgenin çocuklarıydı. Bütün yokluklar ve imkânsızlıklar içinde hiçbir yerden yardım almadan Birinci Dünya Savaşı galibi Fransız ordusuna karşı eşi benzeri az görünen bir şehir savaşı verdiler. Fransız ordusuyla şehirlerini geri almak için 11 ay bütün gücüyle savaşan, o günlerin deyimiyle Ayıntap (Antep) halkı sadece kendi şehirlerini değil, dilden dile yayılan kahramanlıklarıyla da tüm Güneydoğu Anadolu'yu bir istiladan kurtarmış oldu. Gaziantep Savunması'nda hayatını kaybeden 6317 sivilden ilk akla gelense daha çok "Karayılan" lakaplı Molla Mehmet oldu.

Yeni Aktüel Dergisi Molla Mehmet'in 88 yaşındakı kızını Kahramanmaraş'ın Pazarcık İlçesi Höcüklü Köyü Elifli mezrasında bularak görüştü. İşte Selvi Sevimli'nin ağzından Karayılan'ın gerçek hikayesi:

"Babam Molla Mehmet Birinci Dünya Harbi'nde Rus Cephesi'nde savaşmış, adı batası Sarıkamış'tan sağ gelmiş. Ayağından yaralanmış. O zaman Erzurum hastanesine taşımışlar, sonra da Malatya'ya hastaneye getirmişler. İyileşince de 'Savaş bitti, git evine' demişler. Geri dönünce babamı aşiretin başına geçirmişler. Karayılan için 'çoban idi', 'ırgat idi' derler ama babam Kabalar aşireti reisidir. Ayıntap'a düşman geldiğini duyunca bütün malını satıp silah almış."

Selvi kadının anlattığına göre Karıyalan hayvan sürüleri bulunan ve etrafına göre zengin sayılan bir ailenin çocuğuymuş. Bahar ve yaz aylarında Adıyaman ve Maraş yaylalarında kışın ise Antep'in 45 km kadar kuzeyinde konaklayan bir aşiretin reisiymiş. Ermeni eşkiyasının babasını öldürdüğünde 16 yaşında bir delikanlıymış. Yaylalarda sürülerini otlatırken, bir çok eşkiyayla karşılaşmış. Bu durum onun az zamanda usta bir silahşor olarak yetişmesine sağlamış. Savaştan gledikten sonra düşman kuvvetlerinin Antepe girdiğini gören Karayılan bütün alını bu yolda harcamaktan çekinmemiş.

Selvi kadın şöyle devam ediyor:

“O zaman hükümet zayıf idi. Bize hükümet bakamadı. Babam baktı. Koyunlarımızı satarmış, öközleri satarmış, sana diyeyim ekinimizi çubuğumuzu satarmış, katır yükleriyle silah satıp Fransız'a karşı çeteleri silahla donatmış. Malını satmasına ailesinden karşı çıkanlar olmuş. ‘Sen aklını mı yitirdi? Bu kadar hayvanı, malı satıp sen nereye gidiyorsun’ diyen anasına Karayılan, 'Ana Rus'un, Ermeni'nin yaptıklarını görseydin, şimdi sen de durmaz giderdin’ dermiş.

“Bana yardım etmek için geldiler buralara. ‘Sana aylık bağlayacağız’ dediler ama istemedim. Etme dedim bara yardım. Allah'a şükür benim yardıma ihtiyacım yok. Şimdilerde çok lafımı ediyorlar ama aslında babamı pek sevmediler. Ben anlatınca hep dediler ki senin baban Kürt idi. Molla Mehmet Karayılan Kürt idi; ben de Kürt'üm. Ne yapayım, inkar mı edeyim! Atatürk, Kazım Karabekir Paşa'yla düşmanı Antep'e sokma diye telgrafla haber etmiş Karayılan'a, Sarımsak Tepe'de istihkam yapmışlar, kendi oradan gâvura hücum ediyor. Ayağa kalkınca vurulmuş göğsünden. Askerine ‘Kaçman yiğitlerim, vurun namus gidiyor, Antep gidiyor’ diye bağırıp askerini kaçırmamış. Sonra diyorlar ki senin baban Kürt idi. Kürt'ü Türk'ü mü olur, bu toprağın sahibiyiz biz.”

(Zaman, 06 Aralık 2007, Perşembe; http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=621839)



KARAYILAN HİKAYESİ

(ANTEP DESTANI)



Yıl 1918-1919
Ve
Karayılan Hikâyesi


Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar;
Mayıs ortalarından
Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar.

Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş:
düşmüş dövüşüyordu...

Ateşi ve ihaneti gördük,
Ve kanlı bankerler pazarında
Memleketi Alman’a satanlar,
Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.

Ateşi ve ihaneti gördük,
Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar ovası,
gördü uzun dişli İngiliz’i.
Ve Aksu’yla Köpsu,
Karagöl’le Söğüt gölü
ve gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük, aşık ölü,
şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.
Ve Çukurova,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız’ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve ağalar:
Bağdasar ağadan
Kellesi Büyük Mehmet Ağaya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiklali yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
Ve bizim tarafa geçenler oldu
Tunuslu ve Hindli kölelerden.
Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,
Kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makineli tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşam üstü
Ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı
ve kayboldu dağlarda yine.

Ateşi ve ihaneti gördük,
Dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık İzmir’de Aydın’da,
Adana’da dayandık,
dayandık Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.

Antep’liler silahşor olur,
uçan turnayı gözünden
kaçan tavşanı art ayağından vururlar
ve Arap kısrağının üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.

Antep’liler silahşor olur,
Antep’liler yiğit kişilerdir.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı,
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeye vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik atla, silahla olur,
Onun atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu yine böyle çöp gibi ince
Ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılan
Karayılan olmazdan önce.
Düşman Antep’e girince
Antepliler onu
Korkusunu saklayan
Bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.
Altına bir at çekip
eline bir mavzer
verdiler.
Antep çetin yerdir.
Kırmızı kayalarda
Yeşil kertenkeleler.
Sıcak bulutlar dolaşır havada
İleri geri.

Düşman tutmuştu tepeleri,
düşmanın topu vardı.
Antepliler düz ovada
Sıkışmışlardı
Düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
Düşman tutmuştu tepeleri.
Akan: Antep’in kanıydı.
Düz ovada bir gül fidanıydı
Karayılan’ın
Karayılan olmazdan önceki siperi..
Bu fidan öyle küçük,
Korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namluya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.

Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antep’liler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Fakat düşmanın topu vardı.
Ve ne çare, kader
düz ovayı Antepliler
düşmana bırakacaklardı.
“Karayılan” olmazdan önce
umrunda değildi Karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler Antep’i
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
Siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzü koyun
ak bir taşın ardından
kara bir yılan
çıkardı kafasını.

Derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.


Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encamını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini:
“İbret al deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.”

Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp atlayınca ileri
bir dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler peşince,
Düşmanı tepelerde yediler.
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir tarla sıçanı kadar korkak olana:
KARAYILAN dediler.

“Karayılan der ki: Harbe oturak,
Kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür...”
Ve biz bunu böylece duyduk
ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen
Karayılan’ı
ve Anteplileri
ve Antep’i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destanımızın birinci babına koyduk.


Nazım Hikmet

http://atmaliasireti.blogcu.com/sayfa/1


Logged




ATMALILAR'IN HORAN'DA (HORUN) YAŞADIĞI OLAY VE GÖÇE DAİR
« Yanıtla #43 : Mart 12, 2010, 04:21:19 ÖS »

ATMALI AŞİRETİNİN

MALATYA-APARGİR’DE

HORAN (HORUN) VE

DEREGEZEN

BELDELERİNDE

YAŞADIĞI

GÖÇ OLAYI




Sülale olarak aslen Malatya-Darende’nin (şu anda Kuluncak ilçesine bağlı olan) Kızılmağara köyündeniz. Kökenimizle ilgili olarak bildiklerimizin özünü, Atmalı asıllı olduğumuz ve bir de aşiretimizin geçmişinde bir namus mücadelesi ve göç olayı yaşandığı oluşturuyordu (Dedemin doğum yeri Kızılmağara olduğu halde, Osmanlılar’daki aşiret mensuplarının doğum yerinin aşiret ismi olarak kayda geçirilmesi uygulamasının sonucu olarak, doğum yeri Atmalı gözükmektedir. Dedemin babası için de aynı doğum yeri kaydı söz konusu). Buna göre, geçmişte bilinmeyen bir tarihte, 40 kadar asker atalarımızın köyüne misafir oluyor ve gece kadın istemeye yelteniyorlar. Onlar da isteklerini kabul etmiş gibi görünüp her askeri ayrı bir eve alıyor ve öldürüyorlar. Daha sonra, bu askerlerin kendileri tarafından öldürüldüğünün anlaşılacağını ve cezalandırılacaklarını düşünerek köyü boşaltıyorlar.

Bu olayın ne zaman ve nerede yaşandığını bilmiyorduk. Fakat, 100 yıl önce hayatta olan dedelerimizin kendi zamanlarından diyelim ki 100 yıl önce gerçekleşmiş olsaydı, onların, bu olayın kendilerinin dedesi zamanında vuku bulmuş olduğunu söylemeleri gerekirdi. Çünkü bu durumda onların dedelerinin, “Bu benim çocukluğumda yaşandı” veya “Babam bu olayı yaşamış” gibi birşey demiş olmaları gerekirdi. Böyle birşey söyledikleri ise bilinmemektedir. O halde bu olayın günümüzden en az 250-300 yıl önce yaşanmış olduğu sonucuna varılabilir diye düşünüyorduk.

Muammer Şahin’in “Babam” adlı kitabında yazdıklarını, Arapgir-Deregezen köylülerinin internette yer alan açıklamasını ve Malatya-Arguvan’ın Çobandere ve Kömürlük köylerinden Av. Battal Gazi Çıplak ile inşaat mühendisi Gazi Duvarcı’nın yazılarını okuyunca, bu isimlerin anlattıkları olayın bizim atalarımızın yaşamış bulunduğu olay olduğunu gördük. Zaten onlar da, bizim gibi Atmalı olduklarını söylemekteydiler.

Anlatılan olayın özü aynı olmakla birlikte, Gazi Duvarcı’nın adının “Bıze” olduğunu söylediği hanımın (daha doğrusu olayın merkezinde yer alan en önemli hanımın) ismini biz “Zıhe” olarak biliyorduk. Bizimkiler arasında bunun dışında nakledilen başka isim yoktu. Olayın özüne ilişkin olmayan ayrıntılarla ilgili farkların, kuşaktan kuşağa geçen aktarma sürecinde ortaya çıkmış olması doğaldır. Nitekim Battal Gazi Çıplak ile Gazi Duvarcı, aynı olayı biraz farklı aktarmaktadırlar. Gazi Duvarcı olayı daha ayrıntılı anlatıyor ve bizim hikayemizle daha fazla örtüşüyor. Battal Gazi Çıplak da aynı olayı anlatmakla birlikte, ayrıntıda farklılaşma var. Deregezen (Arapgir) köylülerinin anlattığı versiyonda da farklılaşma söz konusu. Burada kesin olan husus, her üç kaynağın da aynı olayı anlatıyor olmalarıdır. Bununla birlikte, bizim ailede anlatılagelen rivayete en uygun versiyon, Gazi Duvarcı’nın anlattığı şekildir.

Ancak, bu olay ve Atmalı tarihiyle ilgili olarak şu noktaların gözönünde bulundurulması gerekir:



1. Bu olay öncesindeki Atmalı tarihinin, Atmalı ile ilgili diğer araştırmalar ve tarihsel veriler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Aslında, o tarih öncesine ait kayda değer bir belge mevcut değildir. Dolayısıyla, Atmalı aşiretinin Arapgir’deki ikâmet öncesindeki durumu ve kökeni ile ilgili olarak anlatılanlar spekülasyon olmaktan öteye gitmeyecektir. Konuyla ilgili arşiv belgelerine ulaşılmadıkça kesin birşey söylemek mümkün değildir.



2. Bu olay, çok büyük bir ihtimalle 1640’lı yılların sonlarında yaşanmış bulunmaktadır.



3. Kömürlük ve Çobandere köylülerinin söylediklerinin aksine, Arapgir’de Horun değil, Horan diye bir köy mevcuttur ve Arguvan köylülerinin bahsettikleri yer aslında burasıdır. Horan köyünün yaklaşık olarak 150 yıllık bir yerleşimi vardır ve günümüzde adı Kaynak olarak değiştirilmiştir. Daha doğrusu, Horun’a zamanla Horan denilmeye başlandığı anlaşılıyor. Çünkü eski kayıtlarda Horun adı geçmektedir. (Fahri Yelkovan, XVI. Yy’ın İkinci Yarısında Malatya Sancağına Ait Tımar Tevcihlerinin Mufassal Defterle Karşılaştırılması, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi, 1996, s. 59.)



4. Muammer Şahin’in anlattığı versiyonda Deregezen köyünün de adı geçmektedir. Deregezen ile Horan komşu iki köy olup, aralarındaki mesafe yaklaşık 2 km’dir. Bu iki beldeyi birlikte düşünmek mümkündür, fakat Arguvanlılar Horan’dan söz ettikleri için, olayın gerçekleştiği asıl mahallin Horan olduğu söylenebilir.



5. Askerlerden bir kişinin kaçması durumu muhtemelen hikayeye sonradan eklenmiştir. (Bu ayrıntı bütün versiyonlarda mevcut. Bizim aile büyüklerimiz ise böyle birşey söylemiyor, sadece olayın anlaşılacağının düşünüldüğünü veya araştırmalar sonunda şüphelenildiğini aktarıyorlardı.) Mantıklı olarak düşünülürse, aşiretin, bu askerlerden, onların taleplerini reddetmek suretiyle kurtulamadıklarını, ancak öldürmek suretiyle bu işten yakayı sıyırabileceklerini anladıkları sonucuna varılabilir. Askerlerden bir kişinin kaçmış olması değil, ergeç kendilerinden şüphelenileceğini düşünmüş olmaları veya gerçekten şüphelenilmesi, aşiret mensuplarının köyü terk etme kararına varmalarına neden olmuş olmalıdır. Çünkü ölenlerden en azından biri, birilerine daha önce, “Geceyi falanca köyde geçireceğiz” demiş olabilir.



6. Deregezen (ve Muammer Şahin) versiyonunda olduğu gibi olayın sadece vergi ya da haraç meselesi olarak gösterilmesi pek mantıklı görünmüyor. Salt bu nedenle bu kadar büyük bir öldürme olayı yaşanması olacak şey değildir. Çünkü, vergi vermemek bile başlı başına devlete isyan ve başkaldırı olarak görülecekken, bir de vergi toplayan askerleri öldürmeye kalkışmak, hiçbir şekilde müsamaha ile karşılanmayacak bir davranış olur. Bir köy halkının bunu yapması ve sonuçlarını göze alması mümkün değildir. Öte yandan, versiyonlarda ortak olan nokta, asker ya da zaptiyelerin gece evlerde misafir olduklarıdır. Muammer Şahin versiyonunda anlatıldığı şekilde köy meydanında toplanıp savaşma kararı alınması ve kıran kırana bir meydan savaşı yaşanmış olması mantıklı değildir. Hiç kimse, evlere misafir olmuş, rehavete kapılmış askerlere, “Çıkın meydana, savaşalım” demez. Böyle bir durumda toplu bir çatışma yaşanmış olması yerine, her misafirin bulunduğu evde katledilmiş olması akla daha uygundur. Bizim bildiğimiz ve Kömürlük ile Çobandere köylülerinin anlattığı versiyon da bu şekildedir. Ayrıca, bir meydan savaşı yaşanması durumunda, bir taraftan 39 kişi, diğer taraftan ise bir iki kişinin ölmesi mantıkla açıklanabilecek birşey değildir. 39 kişiyi kayıpsız olarak öldürebilmek için sayıca onların en az 10 katı olmanız gerekir, bazen bu da yetmeyebilir. Öte yandan, salt bir vergi meselesine olan tepki sonucu askerleri öldüren bir topluluk, köyden göç etmekle devletten yakasını kurtaramaz. Çünkü öldürülen askerlerin de elbette yakınları, dostları ve hamileri vardır ve bunun takipçisi olurlar. Ayrıca, mülkî amirler, böyle bir olayın takibata uğramaması durumunda ilerde tekerrür edebileceğini ve başkalarını da cesaretlendirebileceğini düşünürler. Bizim büyüklerimizin anlattığına göre, söz konusu olaydan sonra, kaybolan askerlerle ilgili olarak yapılan tahkikat sonucunda aşiretten şüphelenildiği için, aşiretin büyüğü ya da reisi, içinde altınlar bulunan bir heybe ile Malatya’ya gidip en üst yetkili ile görüşmüş ve kendisine, olayın kapatılması için köyü terk edip izlerini kaybettirmeye çalışmaları söylenmiştir. Söz konusu altınlar vergi veya rüşvet veya her ikisi olabilir (Bizim büyüklerimiz rüşvet gibi anlatıyorlardı). Böyle bir durumda, mesele namus meselesi olduğu için, cezalandırılmaları yoluna gidilmediği düşünülebilir. Çünkü insan öldürmek, hele de asker öldürmek, ancak böyle bir gerekçenin bulunması durumunda üçüncü şahıslar tarafından belirli bir müsamaha ile karşılanabilir. Öte yandan, olayın geçtiği dönem, Osmanlı’da Celalî isyanlarının, eşkıyalığın ve ayrıca askerlerin halka zulmünün çok yaşandığı bir dönemdir. Evliya Çelebi de, Anadolu’da disiplinsiz askerlerin halkın malına ve namusuna el uzatabildiklerini aktarmaktadır. Şu ifadeler de, durumu göstermesi bakımından önemlidir: “1596 yılında Kizir oğlu Mustafa'nın adamlarından Kelp İlyas oğlu Ali, Eski Malatya'da idi. Onun ve ünlü asilerden Karayazıcının merkezi yönetimle olan çatışmaları, Eski Malatya yöresine büyük zararlar verdi. Sivas beylerbeyi Alacaatlı Ahmet Paşa, halka zulümle davrandı. Emri altındaki askerler her yeri yağmaladılar. Arapgir kadısı Taret Efendinin İstanbul'a gönderdiği 1603 tarihli mektuplar bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.” (http://www.battalgazi.com.50megs.com/photo3_1.html) Benzer şekilde, Ahmed Refik Altınay’ın aktardığı belgelerden birinde, 200 neferi olan Sencar mütesellimi Abdurrahman’ın, Bozulus Türkmenleri’nin obalarına konmak bahanesiyle onlarla kavga ettiğini, çıkan çatışmada bir miktar kimsenin helak olduğunu aktarmaktadır (Anadoluda Türk Aşiretleri: 966-1200, İstanbul: Devlet Matbaası, 1930, s. 71).



7. Memi Ağa’nın köyü yakmış olması da, hikayeye sonradan eklenmiş olmalıdır. Çünkü köyün yakılması şüpheye, tahkikata ve takibata yol açar. Muammer Şahin versiyonunda bu isim de, yakma olayı da yok.. Fakat olay bir veya birkaç isimle sınırlı bir olay olmadığı için bu doğaldır. Herkes kendi atasını olayın merkezine yerleştirmektedir.



8. Arguvan köylülerinin anlattığı şekilde, köyde yaşlı, sakat ve çocuk yaşta olanların kalmış olması ayrıntısı da muhtemelen hikayeye sonradan eklenmiştir. Devlet görevlilerinin bunlara acıdıkları ve dokunmadıkları da ileri sürülmektedir. Bu, mantıklı bir açıklama değildir. Göç edenlerin nereye gittiklerini söylemeleri için onlara baskı yapılacağı açıktır. Aksi bir davranış, olayın görmezden gelindiğini, dolaylı olarak müsamaha ile karşılandığını gösterir. Bu şekilde köyü terk edenlerin, yaşlı ve çocuk yaştakileri geride bırakmaları da düşünülemez. Aralarında sakat bulunduğunu ve sakatların göç edemeyeceğini düşünmek için de bir neden yoktur. Bütün köyün boşaltılmış olması akla daha yakındır. Nitekim, akademisyenler Enver Çakar ile Füsun Kara’nın yayınladıkları bir makale, bu noktayı teyit etmektedir. 1643 tarihi itibariyle Arapgir’in köy ve mezralarının vergi nüfusu bilinmektedir. Sözkonusu makalede, bu köylerin o zamanki ve şimdiki adları ile şu anda bağlı oldukları ilçeler de belirtiliyor. Bunlar arasında Horan ve Deregezen adlı köyler, o tarihte mevcut olmadıkları için yer almıyor. Buna karşılık Atma adlı bir köyün adı geçiyor. Köyün şimdiki adı ve şu anda bağlı olduğu yer ismi boş bırakılmış. Demek oluyor ki, bu köy ortadan kalkmış bir köy. İlginç olan nokta, Atma köyünün, 84 kişi ile en yüksek vergi nüfusuna sahip köy oluşu.. Onu izleyen kalabalık köylerin nüfusları sırasıyla şöyle: 61, 58, 53, 52, 42, 37, 31.. Geriye kalan 91 adet köyün vergi nüfusu ise 30’un altında.. En büyük köy durumundaki böyle kalabalık bir köyün ortadan kalkmış olmasının söz konusu olayla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, böyle bir köyün ortadan kalkmış olması normal bir durum değildir, tam aksine zamanla daha da büyümüş olması beklenirdi. İkinci bir husus, nüfus durumu dikkate alındığında, böyle 40 kişilik bir resmî eşkıya çetesi ile ancak böyle kalabalık bir köyün başedebileceği görülmektedir. (Enver Çakar ve Füsun Kara, “17. Yüzyılın Ortalarında Arapgir Sancağında İskân ve Nüfus (1643 Tarihli Avârız-Hane Defterine Göre)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 385-412, Elazığ-2005, http://www.akademiktarih.com/17.-yuzyilin-ortalarinda-arapgir-sancaginda-isk-n-ve-nufus-1643-tarihli-av-riz-hane-defterine-gore.html)



9. Atmalıların başından geçen olaya benzer bir öykü şöyledir:

“1200’lü yıllarda Anadoludaki başı bozukluklar sırasında URFA -SiVEREK yörelerinde yasayan KARAKEÇİLİ asiretinin küçük bir obası MOĞOL askerleri tarafından abluka altına alınır. Askerler aşiret ile bir meselelerinin olmadığını sadece gecelemek istediklerini açıklarlar. Bu istek zaten güçsüz olan bu obayı rahatlatır. Ancak olayın boyutu gece değişir. Gecelemek için geldikleri bu obanın güçsüzlüğünden yararlanmak isteyen Moğol askerleri oba beyinden kendilerine kadın verilmesini isterler. Bu durum karşısında aşiret üyeleri ne yapacaklarını düşünüp karar verirler. Gece askerlere bol oranda içki içirilir. Kadın kılığında yürekli delikanlılar seçilir ve çadıra gönderilir. Biraz sonra bu küçük MOĞOL müfrezesinden geriye et yığınları kalmıstır. Ancak bu durumda orada daha fazla kalamayacaklarını anlayan bu küçük oba adaleti ve insanlarını koruması ile ünlü DULKADİROĞLU BEYLİĞİNE sığınmaya karar verirler ve göç ederler. Gece çadırlarını söküp düşerler yollara. İlk durakları Dulkadiroğulları beyliğinin başkenti olan BESNİ’dir.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Karahasanu%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1,_Elbistan)

Bu hikayede birçok tarihî yanlışlık mevcuttur. Birincisi, 1200’lü yıllarda Dulkadiroğulları diye bir beylik yoktu, 1339-1521 yılları arasında hüküm sürdüler. Dulkadiroğulları’nın başkenti Besni de değildi, Elbistan’dı. Şu anda Besni’de Atmalı adlı bir köy mevcuttur. Anlatılan olayın, Atmalılar’ın yaşadığı olayın epeyce tahrifata uğramış bir versiyonu olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Mehmet Demir Atmalı ile İbrahim Uçar şöyle demektedir:

“Moğolların Karakeçililerden kadın istemeleri ve Karakeçililerin Moğollara içki içirerek sarhoş etmeleri sonucu, tamamını öldürmeleri hikayesine benzer bir hikaye aslında Atmalıların başından geçmiştir. Bu hikaye bile Karahasanlıların Atmalı olduklarının ispatlanması açısından yeterlidir.” (İbrahim Uçar, Mehmet Demir Atmalı, Tarih Kültür ve Folklorü ile Atmalı Aşireti, Fırat Üniversitesi Mezuniyet Tezi, 1989 Elazığ) (http://atmalilar.org.tr/forum/index.php?topic=51.0)

http://atmaliasireti.blogcu.com

« Son Düzenleme: Mart 14, 2010, 03:02:18 ÖÖ Gönderen: hayri yıldırım » Logged




ATMALILAR'IN HORAN'DA (HORUN) YAŞADIĞI OLAY VE GÖÇE DAİR (2)
« Yanıtla #44 : Mart 12, 2010, 04:23:02 ÖS »

ATMALI AŞİRETİNİN
MALATYA-APARGİR’DE
HORAN (HORUN) VE
DEREGEZEN
BELDELERİNDE
YAŞADIĞI
GÖÇ OLAYI (2)

Öte yandan, Elbistan’da yaşayan Karahasanlılar aşireti, bu olayı Karakeçililerin değil, kendilerinin yaşadığını söylemektedirler. Onlarınki, yukarıdaki rivayetin aksine, aşiret içinde nesilden nesile aktarılan bir bilgi olduğu için itimada daha şayandır:
“Karahasanlılar Urfa’dayken talihsiz bir durumla karşılaşırlar. 1200’lü yıllarda Moğol İstilası sırasında, Urfa civarında küçük bir oba olarak yaşayan Karahasanlılar, Moğol askerleri tarafından ablukaya alınır. Askerler önce oba halkıyla bir meselelerinin olmadığını, sadece orada gecelemek istediklerini açıklarlar. Ancak daha sonra, misafir oldukları bu obanın beyinden kendilerine gecelik kadın verilmesini isterler. Bu durum karşısında oba ileri gelenleri, oturup bir plan yaparlar. Bu plana göre, önce bu taleplerine olumlu cevap verilir ve akşamdan itibaren askerlere bol oranda içki içirilerek sarhoş edilir. Ardından da kadın kılığına girmiş oba delikanlılarınca çadırlarda konaklayan Moğol zabit ve askerlerin hepsi öldürülür. İzlerini silmek için de bu askerler silahlarıyla birlikte bir sarnıca atılır. (Bu olay, İçmeler’e gelen iki Urfalı tarafından da doğrulanmıştır.)” (http://www.genckarahasanlilar.com/tarih/karahasan-dulkadir-iliskisi.html)
Burada anlatılan olay, muhtemelen Atmalıların yaşadığı olayın rasyonalize edilerek tahrifata uğratılmış bir versiyonudur. Osmanlı’ya olan geleneksel bağlılık ve devlete olan saygı nedeniyle, olayın Moğollar’a mal edilmiş olduğu düşünülebilir. Moğol askerlerinin bu şekilde tedbirsiz hareket etmesi ve gecelemek için evlere misafir olması zaten mantıklı değildir. Karahasanlı ve Atmalı ilişkisi dikkate alınırsa, bunun Atmalıların başından geçen olay olduğu kabul edilebilir:
“Karahasanlılar, Elbistan’a geldiklerinde Atmalının bulunduğu yere yerleşmişler. Atmalılar, Atalarımızdan öğrendiğimize göre, Atmalılar, Karahasanlılara büyük yakınlık göstererek, yurtlarını onlarla paylaşmışlar. Yıllar geçtikçe de birbirleriyle kaynaşmışlar. Karahasanlılar, Atmalılarla yıllarca hemhal olmuşlar, kız alıp, kız vermişler. Karahasanlıların ve Atmalıların adları uzun bir süre birlikte anılmış. Cumhuriyet dönemi kayıtlarının bir kısmında Karahasanlı ismi ya ‘Atmalıya bağlı’ olarak ya da Atmalı şemsiyesi altında zikredilmiştir. Karahasanlılar bu birliktelikten ve Atmalılarla birlikte anılmalarından mütemadiyen büyük bir haz duymuşlardır. Bundan daha önemlisi, Atmalı ve Karahasanlı toplumuna, gâh Atmalılar, gâh Karahasanlılar reislik yapmıştır.” (http://www.genckarahasanlilar.com/tarih/karahasan-atmali-iliskisi.html)
Yukarıya aldığımız, http://tr.wikipedia.org adresindeki metin daha sonra değiştirilmiş, bu arada, Karahasanlılar’ın Karakeçili aşiretinden oldukları ileri sürülmüştür:
“Aslen Türkmen olan Karahasanlılar, Oğuzlar’ın Kayı boyundan Karakeçili aşiretindendirler. Karahasanlılar Urfa’dayken talihsiz bir durumla karşılaşırlar. 1300’lü yıllarda Moğol hakimiyeti sırasında, Urfa civarında küçük bir oba olarak yaşayan Karahasanlılar, Moğol askerleri tarafından ablukaya alınır. Askerler önce oba halkıyla bir meselelerinin olmadığını, sadece orada gecelemek istediklerini açıklarlar. Ancak daha sonra, misafir oldukları bu obanın beyinden kendilerine gecelik kadın verilmesini isterler. Bu durum karşısında oba ileri gelenleri, oturup bir plan yaparlar. Bu plana göre, önce bu taleplerine olumlu cevap verilir ve akşamdan itibaren askerlere bol oranda içki içirilerek sarhoş edilir. Ardından da kadın kılığına girmiş oba delikanlılarınca çadırlarda konaklayan Moğol zabit ve askerlerin hepsi öldürülür. İzlerini silmek için de bu askerler silahlarıyla birlikte bir sarnıca atılır. Yaşanan bu olumsuzluklar sonucunda, orada daha fazla kalamayacaklarını anlayan Karahasanlılar, adaleti ve tebaasını koruması ile ünlü olan Dulkadiroğlu Beyliğine sığınmaya karar verirler. Gece çadırlarını söküp yollara düşerler. İlk olarak Besni’ye giderler. (O dönemde Besni-Siverek birlikte anılıyor.) O zamanlar büyük bir şehir olan Besni aynı zamanda Dulkadiroğlu Beyliği’nin de başkentidir. Dulkadiroğlu beyi yeni gelenleri ağırlar ve kendilerini güvende hissetmeleri için Karahasan’ı özel hizmetine alır.Git gide artan Moğol baskıları, Dulkadiroğlu Beyliği için de dayanılmaz bir hal almaya başlayınca Beyliğin başkenti Elbistan’a taşınır. Tebaası ile buraya yerleşen Dulkadiroğulları daha önce de kendilerine ait olan bu bölgede bazı yeni düzenlemeler yaparlar. Bu arada Karahasan’ı, Dulkadiroğlu Beyi adına bölge dâhilinde gelip giden göçerlerden icar toplamak ve yerleşik durumdaki halktan da vergi tahsil etmek gibi işleri yapmak üzere, şu anda yerleşik bulunduğumuz bölgeye uç beyi olarak gönderirler. Karahasan bu bölgenin yapısını ve gelirini gördükten sonra, fikrini değiştirerek, kendi adına hareket etmeye başlar. Vergi ve icar gelirlerini alamayan Dulkadiroğlu Beyi, haber salarak, derhal toplanan vergilerin göndermesini ister. Ancak Karahasan, gelen habercilerle Beye çeşitli hediyeler gönderip, şu ricada bulunur. ‘Beyimizin emirleri başımız üzere. Ancak, Bey bize “evladım” derdi ve biz de onu öz babamız bilirdik; eğer bu doğru ise müsaade etsin oba olarak, bundan sonra burada yaşayalım” der. Bey, bu güzel sözler üzerine, Karahasan’ın isteğini kabul eder. Bunun sonrasında, Elbistan’dan başlayarak Malatya-Sivas-Adıyaman üçgeni üzerindeki Söğütlü Çayı ve çevresi artık Karahasan’ın toprağı haline gelir. Karahasan’ın ilk yerleştiği yer şu anda Kistik köyü sınırları içindedir. Bu köyde Karahasan’a ve obasına ait olduğu tahmin edilen yaklaşık 50-60 mezar bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim, 1515 yılında Çaldıran savaşına giderken, Şah İsmail taraftarı olduğuna inandığı Dulkadiroğlu Beyliğini cezalandırmak için, Elbistan üzerine yürümüş ve Elbistan ovasında yaklaşık 40.000 kişiyi kılıçtan geçirmiştir. Bir kısım Dulkadiroğlu Beyliği aile efradı, atlarının nallarını ters çakıp kaçmayı başarmıştır. (Bunların soyu, günümüzde Kırşehir dolaylarında yaşamaktadır.) Karahasanlılar, bu durumda kendi adamlarını kendi bayrağı altında toplayıp Yavuz Sultan Selim’in huzuruna çıkarlar. Kendilerinin Osmanlı’ya bağlı olduklarını, Şii ve Alevi olmadıklarını, beyan edip aile efradı ve adamları ile emrinde olduklarını söylerler. Yavuz Sultan Selim bu biati kabul eder. Ancak, topraklarında güvenliği sağlamalarını, Şiiliğe meydan vermemelerini emreder. Karahasanlılar Osmanlı Devleti’nin desteğini arkasına alınca artık yeteri güç sahibi olurlar ve bölgede bulunan diğer insanlar üzerinde baskı kurmaya başlarlar…. Ancak çevre aşiretleriyle münasebetlerinin iyi olmaması nedeniyle Karahasanlılar, güvenlik açısından yerlerini değiştirmek zorunda kalırlar. Sırası ile önce şu anda Lalolar olarak adlandırdığımız bölgeye yerleşirler. Daha sonra Karahasan Uşağı köyüne yerleşirler.”
http://tr.wikipedia.org/wiki/Karahasanu%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1,_Elbistan
Karahasanlılar’ın Karakeçili aşireti ile bir ilgisinin bulunması mümkün görünmüyor. Çünkü bu topluluk, Larousse’da belirtildiği gibi, başlangıçta Kırşehir’de yaşamış, daha sonra Ankara ile Eskişehir arasına yerleştirilmiştir. Bu metindeki asıl sorun ise, bugün Karahasanlılar diye bilinen topluluğun atası Kara Hasan ile başka bir Kara Hasan’ın karıştırılıyor olmasıdır. Göçebe bir topluluğun elinin altında bol miktarda içki bulunduğunu düşünmek de çok fazla mantıklı görünmüyor. Ölülerin sarnıca atılması ayrıntısı da makul değil; çadırda yaşayan bir halkın sarnıcı bulunmaz. Besni hiçbir zaman Dulkadiroğulları Beyliği’nin başkenti de olmamıştır. Git gide artan Moğol baskıları, Dulkadiroğlu Beyliği için dayanılmaz bir hal almaya başlayınca Beyliğin başkentinin Elbistan’a taşınması gibi bir durum da yaşanmamıştır. Çünkü bu beylik, Anadolu’daki Moğol hakimiyeti sona erince kurulmuştur. Yavuz Sultan Selim’in, Çaldıran savaşına giderken, Şah İsmail taraftarı olduğuna inandığı Dulkadiroğlu Beyliği’ni cezalandırmak için, Elbistan üzerine yürümesi ve Elbistan ovasında yaklaşık 40.000 kişiyi kılıçtan geçirmesi diye birşey de olmamıştır. Bu savaştan bir süre önce Şah İsmail Dulkadiroğulları üzerine yürümüş ve Elbistan’a girip hayli zarar vermişti. Fakat daha sonra Şah İsmail ile Dulkadiroğlu Beyi aralarında anlaşmışlardı. Yavuz Sultan Selim Çaldıran’a giderken Elbistan’a uğramadı, fakat Dulkadiroğulları’ndan lojistik destek vermelerini istemişti. Dulkadiroğulları ise tam aksine güçlük çıkardılar. Bu yüzden, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Hadım Sinan Paşa Dulkadiroğulları üzerine gönderildi. Turnadağı Savaşı’nda Osmanlı galip geldi. Yavuz Sultan Selim Elbistan civarına gelmediği için, Kara Hasan adlı birinin onun huzuruna çıkması diye bir olay da yaşanmamıştır.
Gerçekte Atmalılar ile Karahasanlılar aynı aşirettir. Daha doğrusu, Karahasanlılar, Atmalı'dır. Nitekim 1816 tarihli bir arşiv belgesinde bu husus vurgulanmaktadır: “1816 yılı başlarında Elbistan kazası voyvodalık görevinden mazul olarak Maraş’a dönmekte olan Molla Ali adındaki  şahıs, Reyhanlı Aşireti’ne mensup Hasıloğlu Candar ve Atmalı Aşireti’nden Kara Hasanoğlu eşkıyasının saldırısına uğramıştır.” (Faruk Söylemez, “XVIII. Yüzyıl Başlarından XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Maraş ve Çevresinde Eşkıyalık Hareketleri”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 22, Yıl: 2007/1; sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_22/5-%20(69-85.%20syf.).pdf)
Karahasanlılar’dan ayrı bir aşiretmiş gibi söz edilmesinin nedeni, yörede başka Atmalı topluluklar da bulunmasından kaynaklanmaktadır (Alhaslılar gibi). Mesela bir Maraşlı, Maraş'ta kendisini Maraşlı olarak tanıtmaz, mahalle, köy veya sülalesinin adını söyler. Benzer şekilde Atmalılar'ın yoğun olarak yaşadığı bir yerde, birbirlerine kendilerini tanıtırken sülale veya köy adını kullanmaya başlamışlar, zamanla bu, Atmalı adının önüne geçmiştir.

10. Arguvan köylüleri, söz konusu olayın geçtiği yer olarak Horan’ı (Horun) göstermektedirler. Aynı şekilde Muammer Şahin, yaptıkları araştırmalar neticesinde, aşiretin kökeninin Horan ve Deregezen mevkilerine dayandığını tespit ettiklerini belirtmektedir. Sabri Kelemeroğlu da, Arapgir Postası’nda 1994 yılında yayınlanan bir yazısında söz konusu olayın geçtiği yer olarak Horan’ı göstermektedir. Ancak, Enver Çakar ile Füsun Kara’nın 1643 tarihli avârız-hane defterine dayanarak adlarını ve vergi veren nüfuslarını aktardıkları Arapgir’e bağlı 99 köy arasında Horan ve Deregezen yer almamaktadır. Bununla birlikte, aynı defterden, Atma’nın en büyük köy olduğu ve daha sonra ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.
Bütün bu bilgileri bir araya getirdiğimizde, Atma köyünün Horan’da (veya daha zayıf bir ihtimalle Horan ile Deregezen arasında) yer aldığını ve sonra ortadan kalktığını söylemek mümkündür. İnternette Horan (Kaynak) köyü ile ilgili olarak verilen bilgilere göre, bu beldede tekrar yerleşimin başlaması 1800’lü yıllarda olmuştur. Ancak, Sabri Kelemeroğlu, Horan köyünün tarihinin 1335’e uzandığını söylemektedir. 1643 tarihli avârız-hane defterindeki bilgilerle bu bilgiyi telif etmek gerekirse, Horan’da Atma köyü adıyla gerçekleşen yerleşimin 1335 tarihinde başladığını, 1650’ye kadar sürdüğünü söylemek belki mümkün olabilir.

11. Kendi sülalemize gelince; dedelerimizin Darende’nin, şu anda Kuluncak’a bağlanmış olan Kızılmağara köyüne yerleştikleri biliniyor. Halen Kızılmağara’nın yanısıra Darende’nin Başkaya (Melik/Melikler) ve Tıllolar (Tullolar) köylerinde akrabalarımız mevcut. Bizimkiler, dedemin babası döneminde (dedem henüz küçükken, 1898 ile 1903 arası bir tarihte) Kızılmağara’dan ayrılmışlar. (Ayrılmalarının nedeni şöyle bir olay: Dedemin amcası İbo Kâhya’nın evinde misafirler vardır. Bir ara dışarıya çıkar. İçeriye tekrar girdiğinde herkesin suskun olduğunu, gergin bir ortam oluştuğunu fark eder, sebebini sorar. Oradakilerden biri, akrabamız olan birisiyle tartışmış, öfkelenip maşayla vurmuştur. Bunun üzerine İbo Kâhya, “Demek benim evimde benim akrabama bu yapılıyor.. Benim burada hiç itibarım kalmamış. Bunu ya kan temizler ya da ben burayı bırakır giderim” diyor. Gerçekten de, dedemin babası olan kardeşini de alarak köyü etmiştir. Kendisine maşa çekilen kişiyi, “Fattülo’nun Osman’ın babası” olarak biliyoruz. Fattülo’nun Osman Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, Sibirya’da yedi yıl esir kalmıştır. Dedemin babası ise Birinci Dünya Savaşı’ndan hiç geri dönmemiştir. Dedemin ağabeyi de İstiklâl Harbi’ne katılmış, dönememiştir. Dedemin bir kardeşi de, 1925 yılında, genç yaşta, Darende havalisindeki Cıngıllılar adlı 19 kişilik eşkıya çetesi ile tek başına silahlı çatışmaya girmiş, üç eşkıyayı telef etmiş ve kendisi de öldürülmüştür. Bu yüzden ona, ‘cesur’ anlamında ‘çatal yürekli’ denilmiştir. O sırada Adana’da çalışmakta olan dedeme rüyasında babası, “Üç oğlumdan bir tek sen sağ kaldın, köye dön!” diyor. Bu rüya üç defa tekrarlanınca dedem bir kafileyle yola çıkıyor. Geceledikleri bir handa babası rüyasında bu defa, “Yarın kafileyle gitme, yalnız git” diyor. Ertesi gün rahatsızmış gibi görünerek gecikiyor, arkadan tek başına gidiyor. Kafilenin bir eşkıya çetesi tarafından soyulduğunu görüyor.)
Dedemin babasının nüfus kaydında doğum yeri olarak Kızılmağara değil, Atmalı ibaresi yer alıyor (dedemin babasınınkinde de). Bu, Osmanlı döneminde aşiret mensuplarının doğum yeri olarak genelde aşiret isminin kullanılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, köyün adını kullanmanın yanı sıra, köyün yer aldığı Akçababa Dağları’na atfen, “Akça Dağ’dan geldik” dedikleri de oluyordu. Yörede bu dağların sıkça Akbaba Dağı/Dağları ve Akça Dağ gibi adlarla anıldığı görülmektedir. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Said Öztürk ve Yaşar Baş’ın hazırladıkları. “Darende Tarihi” adlı eserde (Malatya: Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi, 2002) yer alan Darende köyleri listesinden, 1883 yılında Kızılmağara köyünün mevcut olmadığı anlaşılıyor. 1902 yılında ise mevcut bulunduğu ve nüfusunun 251 olduğu görülüyor (s. 236). Ancak aynı eserde Atmalılar’ın asıl yaşadıkları yer olarak Aşudı (Aşudi, Aşudu; bugünkü Günpınar) gösterilmektedir (s. 249). Bu, eksik bir bilgi olmalıdır; büyük ihtimalle Atmalılar Aşudı dışındaki yerlerde de yaşıyorlardı. Aşudı 1530’da Darende’nin Ovacık nahiyesinin bir köyü iken, 1583 tarihli Yeni İl defterinde nahiye olarak kaydedilmiştir. 1831 sayımında da nahiye olarak geçmektedir (s. 114-115). 1844 yılı temettuat sayımına göre Aşudı, Darende’nin 19 köyü içinde en kalabalık ikinci köydür (s. 234). Nüfusu 1883’de 1477 olup nahiye müdürü Mehmed Efendi’dir (s. 236) 1708 yılında inşa edilmiş olan camisine Cebecizade Mehmet Paşa 1778’de vakıflar tahsis etmiş ve ayrıca bir mekteb yaptırmıştır (s. 472-474). Ulemadan Ömer Şem’i Efendi burada yaşamıştır (s. 821-828).

12. Türkiye’de Horan adlı birçok belde bulumaktadır. Fakat bunlarla Atmalılar’ın eski yurdu Horan arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı konusunda birşey söylemek zordur. Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesinin Ovakent kasabasının ilk adı (1966 yılına kadar) Horan olmakla birlikte bu ismin nereden geldiği bilinmemektedir. Bununla birlikte, köyün kuruluşu üç asır öncesine dayanmaktadır. Sözkonusu tarih ile Atmalılar’ın Horan’dan ayrıldıkları tarih birbirine yakınsa da, aralarında bir ilişki bulunup bulunmadığı konusunda birşey söylemek zordur. (http://www.ovakent66.bel.tr/ovakent.asp?id=29)
Erzincan il merkezine 3 km uzaklıkta bir belediyelik olan Demirkent’in eski adı da Horan’dır. (http://www.yerelnet.org.tr/belediyeler/index.php?belediyeid=128797) Eskiden köy olan bu Horan, camili bir köydü. (http://www.kalan.com/scripts/Dergi/Dergi.asp?t=3&yid=9933)
Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesi merkezinde Musahocalı aşiretinin yaşadığı, bunların 1734 tarihinde Musul vilayetinin Rakka sancağından geldikleri bilinmektedir. Aslen Türkmen Bozulus aşiretlerine bağlıdırlar. Bozulus ise Beydililer’in Karacalu ve Kürtler oymaklarından oluşmaktadır. Emirdağ civarında Horan diye bir beldenin bulunduğu belirtilmektedir.
http://www.turkiyerehberi.com/EM%C4%B0RDA%C4%9E%20TAR%C4%B0H%C4%B0_728_3_icerikler.html) Adı geçen Horan, yine Afyon’a bağlı olan Bolvadin ilçesi sınırları içindeki Horan Parkı olabilir. (http://www.turkiyerehberi.gen.tr/sehirler/ilceler-0)


“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Akıbet (sonuçta) kötülük yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandıracaktır.
“Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm Suresi, 53/31-32)

http://atmaliasireti.blogcu.com
Aceria  
  __ Kaşanlı Köyleri Gençlik Platformu (2014-___) __
DEĞERLİ KAŞANLI KÖYLERİ TOPLUMU HOŞGELDİNİZ!

Aceria
___ ____
 
Kaşanlı Köyleri Gençlik Platformu  
 
 
KÖYLERİMİZ HOSGELDiNiZ  
  ___

Kaşanlı Köyü
(Gundi Jîrî- Gundi Qaşan)

Haticepınar Köyü
( Gundi Jori)

Karakuyu Köyü

Örenli
( Gundi Ortê - Kilboz)

İnci Köyü
( Poskoflî)

 
Bu Yazıyı Fb'ta Paylaş  
 

İÇERİK

BİLGİ

DÜŞÜNCE

EĞLENCE

FOTOĞRAF

 
IP Adresiniz: http://qundiqasan.onbile.com (mobil sitemiz)  
  ip adresim _____ ____

KAŞANLI KÖYÜ

Duyurular burada yayınlanacaktır

KAŞANLI KÖYÜ

______
 
ALT MENU  
 
GUNDÊ QAŞAN
Kaşanlı Köyü sitesine HOŞGELDİNİZ. Merak ettiğinizi kutucuğa yazıp ARA tuşuna basarak aratabilir ve bilgi alabilirsiniz...
______ _______
_______________ KAŞANLI'DAN KARELER | 
 
Bugün 47 ziyaretçi (64 klik) kişi burdaydı!
_____ _____ ________ ______
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol