Kaşanlı Köyleri-
Hangi dile çevirmek istiyorsun?
Aceria Site içi ARAMA
GOOGLE SİTE
_Bu Yazıyı Fb'ta Paylaş
 
  --------KÖYLER ve TARİHLERİ ↓
  --------KÖY ve ALAN ADLARI ↓
  --------KOYUN DILI HAKKINDA
  --------DEYİM ve ATASÖZLERİMİZ
  --------KAŞANLI KÜLTÜR YAPISI
  --------BÖLGEDE YEŞEREN OTLAR
  --------TÜRBE ve ZİYARET ALANLARI
  --------KABİLELERİMİZ ↓
  --------EK BİLGİLER
  --------ÇOCUKLUKTAN KALANLAR ↓
  --------HİKAYELER ve FIKRALAR ↓
  OZANLARIMIZ ↓
  *****SİTE İÇİ ARAMA****
  İSİMLERİMİZ
  YEMEK KÜLTÜRÜ
  KARIŞIK MAKALELER
  FOTOĞRAFLAR
  VİDEOLAR
  KÖYÜN KONUMU ve UZANTISI
  BASINDAN
  DOWNLOAD BÖLÜMÜ
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Top liste ↓
  Gundê Qaşan ( Kaşanlı Köyü )
  SİTEMİZİ BEĞENİN
  Sayaç
  Anketler
  Saklı sayfalar
Bir Aceria Yapımıdır. Siteden birşey alırken lütfen kaynak gösterin... ***2012***

Since 2012
by Aceria

KARIŞIK MAKALELER

DÖVME KÜLTÜRÜ ÜZERİNE



Kadınların el, kol, alın, ayak bileği, çene altı ve göğüs kafeslerine, erkeklerin de el, kol ve şakaklarına yaptırdıkları dövmeler, Mezopotamya’nın en eski kültürel izlerini de yaşatıyor.


Malatya’nın Akçadağ ilçesine bağlı Kürecik nahiyesinde yaşayan ve diğer tüm Kürt-Alevi olan yaşlıların taşıdığı dövmelerde, Zerdüştlük dini, kültürü ve ritüellerinin izlerine hâlâ rastlanılıyor. Kadınların el, kol, alın, ayak bileği, çene altı ve göğüs kafeslerine, erkeklerin de el, kol ve şakaklarına yaptırdıkları dövmeler, Mezopotamya’nın en eski kültürel izlerini de yaşatıyor. Motiflerde yıldız, güneş, hayvanlar ve haç ilk dikkat çeken semboller oluyor. Her motifin farklı bir mitolojik anlamı bulunuyor.

Halk arasında “çın” ya da “daq” olarak adlandırılan dövmeler, yöredeki yaşlıların anlatımıyla şöyle yapılıyor: Çını yapmak için çıra dumanın isinin içine anne sütü ve hayvanların öd keseciğinden elde edilen yeşil renkli bir sıvı (givizdan) karıştırılır.

Elde edilen karışım iyice dövülür ve iğneyle vücuda işlenir. Dövme karışımında yer alan ‘anne sütü’nün neden tercih edildiği tam olarak bilinmiyor. Mitoloji kaynaklarına göre, kız çocuğu sahibi annenin sütünün dövmede kullanılışı, Ana Tanrıça’nın ruhunun dövmeyi taşıyana aktarılması ve doğurganlığın işlenmesi olarak kabul ediliyor.

Dövmeyi motiflerinin uğursuzluğa karşı şans getirdiği düşüncesiyle yaptıklarını belirtiyor.

Aşirete aidiyet duygusu ile bağlı olma hissi, hastalık ve nazardan korunma ve süslenme sanatı olarak dövmenin vücuda bir güzellik katması da diğer nedenler.

Yaşlı insanların yaşamlarını yitirmesiyle dövme kültürü her geçen gün kayboluyor. Yine de günümüzde, nadir de olsa, gençler de var dövme yaptıran.

HASAN KARAMAN

(KÜRECIKTE DÖVME KÜLTÜRÜ AGOS GAZETESINDE)
_________________________________________________________

Kaşan Toplumu’na


2011 Haziran’ın ortasından beri, dokuz ayı geçkin bir zaman zarfında; Kaşan Toplumu’nun, İngiltere’de kendilerine özgü bir derneğinin olması için; İngiltere Kaşan Dayanışma Grubu olarak çalışmalarımıza devam etmekteyiz.

Nasıl ki Kürd Coğrafyası bir çok devlet arasında bölüşülmüş ise; Kaşan Toplumu’nun köyleri de üç ilin sınırları içerisinde bölüşülmüş. Sivas-Gürün sınırları içerisinde; Yoncalık, Yaylacık ve Karakuyu. Maraş-Afşin sınırları içerisinde; Haticepınarı, Örenli, Kaşanlı ve İnci Köyü. Maraş-Elbistan sınırları içerisinde; Atmalı Kaşanlı ve Malatya-Doğanşehir sınırları içerisinde; Topraktepe olarak Kaşan Toplumu bir çok köye sahip.

Araştırdığım kadarı ile, Kaşan kelimesi, Kürdçe orijinli olup; Türk alfabesinde Q sesi olmadığı için veya Kürdçe yasaklandığı için, Qaşan terimini Kaşan diye biliyoruz. Qaşan, Qaş’ın çoğul halidir. Qaş kelimesi Kürdçe’de bir çok anlama sahip; örneğin “öküzün boynuzları” “hayvanların etrafını çevirmek için ince çubukları kullananlar” gibi anlamlara sahip. ‘an’ ise Kürdçe’deki çoğul ekidir; ‘an’ın Türkçe karşılığı ‘ler’ ve ‘lar’ çoğul ekleridir. Qaş kelimesinin hayvancılık ve göçebelik ile yakın anlamlara sahip olması Kürdler’in tarihsel, antropolojik ve sosyolojik yaşantılarından ileri geliyor.

İngiltere’de Kaşan dernek çalışmalarına başlarken ve faaliyet yürütürken; hiç bir siyasi derneğin etkisinde olmadan özgürce çalışmalarımızı başlatma kararını aldık. Grup olarak hiç bir siyasi derneğin himayesinde değiliz ve hiç bir siyasi derneğin etki alanına da girmeyeceğiz. Çünkü Kaşan Toplumu, 1960’lı, 70’lı, 80’lı ve 90’lı yıllardan beri bir çok siyasi/sosyal/politik hareketlerden veya partilerden etkilenmiştir. Onun için her bir Kaşan bireyinin veya ailesinin siyasi görüşü birbirinden farklıdır.

Siyasi görüşü farklı olan bireyler ise, ancak ortak değerler etrafında bir araya gelip ortak bir dernek kuracakları için; çalışmalarımızda siyasi görüşler ön planda değil. Halkımıza dağıttığımız temel amaçlarımızı belirten duyuruda “Dernek bünyesinda her hangi siyasi bir görüşün propagandası yapılmayacak” giriş kuralını, kimi insanlarımız şartlanmış kendi bilinç seviyelerine göre yorumlamışlardır. Şöyleki; “bize bir şeyler dikte ediliyor, halkın görüşü alınmadı” gibi açıklamalar ile bizim dernek çalışmalarının faaliyetlerine engel olmak için, dolaylı bir saldırı ile karşı karşıyayız.

Halbuki yukarıdaki giriş kuralından sonra; “Her hangi siyasi bir görüşe mensup bir birey derneğe gelebilir, bir kişi görüşünü ve dini eğilimini medeni ve uygarca dile getirebilir, düşüncesini dile getiren bir bireyin; kendi görüşünü karşısındaki bireye zorla dayatma hakkına sahip değil” kuralları ile yeterince açıklama yapmışız. Ama dernek için yütüttüğümüz faaliyetlerimizi; kimi insanlarımız, kendi himayelerine/kontrollerine almaları için; bizim temel kurallarımızı kendi anlayışlarına göre yorumlayıp çarpıtıyorlar. Artı biz grup olarak 15 kişiye yakınız; denildiği gibi; “bir kaç kişi” değiliz.

Kaldı ki bizim grup olarak, gizli/saklı bir çalışmamız veya bir faaliyetimiz de yok. Her türlü yeni görüş ve öneriye açığız. Ne yazık ki bir önceki dernek çalışmalarının hataları bize yapıştırılmak isteniyor. Şöyleki “İstanbul’da ve köyde dernek vardı ama amacına ulaşamadı, sizin yapacağınız da böyle olacak” yaklaşımlarına ‘neden’ diye sorduğumuzda; “çünkü sizlerde onlar gibi akrabacılık/kabilecilik/kayırmacılık/yolsuzluk yaparsınız” gibi yaklaşımlara dolaylı olarak maruz kaldık.

Doğru, Kaşan Toplumu’nda kabilecilik ve akrabacılığın geri yönleri maalesef aşılmış değil. Toplumdaki akrabacılık/kabilecilik anlayışının olumsuz yönlerini aşmak için; kendini “devrimci” diye tanıtanların yapması gerekiyorken, yapmıyorlar veya yapamıyorlar. Üstelik, Kaşan Toplumu’nda kendini “devrimci” diye tanıtan kimi insanlarımız kabileciliği bile aşamayıp “emek-sermaye çelişkisi”nden dem vururlar. Öbür tarafta kendi köylülerinin proplemlerini bilmezler ve çözme gayretine girmezler; ama tanımadıkları ve hayatlarında hiç görmedikleri siyah Afrika’daki bir Kongo köylüsünün veya Latin Amerika’da ki Bolivyalı bir işçinin mücadelesini verme gayretindeler.

Halbuki devrimci bir insan, öncelikle kendi köylüsünün sorunlarını sosyolojik ve ekonomik olarak tanır/inceler/kavrar ve çözüm üretir; ondan sonra dünya sorunlarına kafa yorar. Ama bizim “devrimciler” tepeden ve otomatikmen “devrimci” oldukları için, başlangıç ve sonu bir birine karıştırdıkları için, “devrimi” de kavrayamamışlar. Bunu şunun için belirttim; biz grup olarak dernekleşme çalışmalarını yaparken, bir esnafımız; “sizin yaptığınız feodal bir çalışmadır” dedi. Yani kendisi “enternasyonalist” bir devrimciymiş. Halbuki düşünse bir an, Londra’da feodallığın f’sinin olmadığını anlar; ama beyinden solcu/devrimci diye şartlandığı için feodal lafını ezbere kullandı.

Kaldi ki İstanbul’da, İ.Ü. Beyazıt Kampüsü’nde okurken; 7-8 sene sol görüşlü değişik kurumları yakından tanıyıp, “devrimcilik/solculuk” üzerine bir çok tecrübe edindim. “Sol/solculuk/devrim/devrimcilik/proleterya mücadelesi/enternasyonalist dayanışma” vs çalışmalarının kimin veya kimlerin kontrolünde nasıl yönlendirildiği de ortada. Onun için kimi insanlarımız, “devrimci” diye görünmeye çalışmasın; herkes olduğu gibi görünsün.

Olabilir kimi abilerimiz/ablalarımız/amcalarımız/dayılarımız varsın kendilerini hep “devrimci” görsünler. Ama bizim, İngiltere Kaşan Dayanışma Grubu’nun dernekleşme faaliyetlerine engel omaya çalışmasınlar; emeğimize/çabamıza/zamanımıza saygı duysunlar ve emeğimize/çabamıza da göz dikmesinler. Çünkü kuracağımız dernek her hangi siyasi bir derneğe alternatif değil, hiç birimizin bireysel bir çıkarına hizmet etmiyecek, her şey herkese açık olacak ve tamamı ile yöresel bir dernek olacak.

İngiltere Kaşan Dayanışma Grubu adına
Cemal Kalay
_____________________________________________________________

KAŞANLI YAPISI HAKKINDA



"Kaşanlı, 1400 yılların sonunda İran`ın Kaşan şehrinden gelip Mardin’e yerleşmiştir. Mardin’de dini nedenlerden dolayı Göç etmek zorunda kalmışlardır. 2 veya 3 ev Diyarbakır’a gitmiş. Geri kalanlar Malatya’nın Doğanşehir ilcesine su anki ismiyle Topraktepe Köyü olan Köye yerleşmişler. Bir kısmı oradan şu anki ismiyle Elbistan ilcesine bağlı Atmalı Kasalı olan Köye gelmiş ve oraya yerleşmişlerdir. Bundan 294 yıl önce yani Karabekirler Zamanında şu an Afşin Kaşanlı köyüne gelmişler. Karabekirler Çoğulhan yerini vermek istemiş; ama kabul etmemişler. İllah da Karakaya’yı istiyoruz demişler. "



Kaşanlı köyü bölgenin en eski köylerin den olup köy halkının 15'inci yüzyıl ortalarında bölgeye yerleştiği tahmin edilmektedir. kaşanlının bölgedeki diğer köyleri Male çiya, Gunde Jorî, Gunde Jirî ve Poskoflu’dur.


Kaşanlı’dan bazı Sorular ve cevapları?


—Biz Kürt müyüz Alevi miyiz?


Bu gülünç bir soru olmakla beraber bazen kafa karıştıran bir sorundur. Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik gibi dinî konular inançla ilgilidir; Kürt, Türk, Ermeni gibi konular ise insanın ırkî yönlerini tayin eder. Yani bir insanın ırkı onun hangi dine veya hangi görüşe mensup olacağını belirlemez. Kaşanlı Kürtler, Yâresan (Türkçesi Alevi ) mensubudurlar. Kürt-Alevi olanlara Yâresan denir.

-Yâresan ne demek?

Ehl-i Hakk veya Kürtçe ismiyle Yâresân, İslam kökenli ayrı bir din olup, Orta Çağ'da ortaya çıkmıştır. Hz. Ali’yi ön plana çıkartmışlardır.

Genellikle din bilimlerini inceleyen bilimsel kaynaklarda aşırı Şiilikle ilişkilendirilen Ehl-i Hakk, özellikle Kürtler arasında yaygın bir dinî inançtır ve inanan sayısının bugün yaklaşık olarak 1 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Zerdüştlük ve gnostik çeşitli düşüncelerden etkilenmiştir. Ehl-i Hakk'taki temel ibadetlerden biri de cemhane olarak adlandırılan ibadethanelerde yapılan cemdir. Alevilikteki cem ile aynı adı taşıyan ve liturjik (Ayinsel) benzerlikler de barındıran bu ibadette inananlar bir araya gelirler ve dualar okurlar.


—O zaman neden biz Kaşanlı’lara Alevi deniyor?


Nedeni Kaşî halkının şimdiki yaşadığı alan Türk toprakları olmasıdır. Ve buradaki Hz. Ali yanlılarına ‘alevi’ denmektedir. Belki de Kaşî halkı bu şimdiki topraklarına göçtüğünde kendi görüşüne en yakın olan Aleviliği benimsemişlerdir; çünkü halen Kaşî halkının yaşlıları güneşe yıldızlara dileklerini bildirir ve ateşe verilen önem büyüktür. Bu görüşün Zerdüştlükle yakın bir ilişkisi söz konusudur. Alevi kelimesinin kökeni bazı kaynaklara göre Türkçedir: Ali Evi demektir( aslında bu yanlıştır); ama bazı kaynaklara göre Alevi ( Alâwî ) arapça ‘ Ali taraftarı’ demektir; bu daha yaygın bir görüştür: [örneğin; Musevi(musa taraftarı), İsevi(İsa taraftarı) gibi]. (bk. Alî, Hêl, Elewî…). ( Anadolu’da ve Türk coğrafyasında Hz. Ali yanlılarına Alevi dendiği için bu ibareyi kullanacağım). Bu sebepten dolayı Türk Hz. Ali yanlıları ile Kürt Hz. Ali yanlılarını birleştirme zahmeti güdülmüştür. Bu sadece Kaşî halkı için geçerli değildir. Türkiye topraklarında yaşayan tüm Kürt Hz. Ali yanlılarına da Alevi denmiştir. Bunlar aslında aynı şeylerdir; Lakin aralarında Coğrafîk ve az veya çok da olsa ayinsel farklılıklar bulunmaktadır. Şia (Şii), Alevi, Ehl-i Hakk, Yâresan vb. hepsi Hz Ali yandaşlarına verilen isimlerdir; Fakat Alevi Türkçe, Ehl-i Hakk Farsça; Şia Arapça, Yâresan ise Kürtçe ‘dillendirilmiş’ veyahut ‘isimlendirilmiş’ adlarıdır: Ehl-i Hak (Kürtçe: ﻥساﮦاڔﯼ Yâresân, Farsça: حق اهل Ahl-e Haqq).


—Bazı Kürtlerden bu görüşe mensup olanlar Alevi kelimesinin Türk literatürüne uyması yönünden kendilerini bir asimilasyon anaforunun içine sokmuşlardır; Bazı Türk medyacılar ve aydınlar ise Aleviliği ve ona mensup olan toplulukları Türklüğe mal etme çabasındadırlar. Yani bütün Alevileri, Türk gösterme faaliyetleri içerisindedirler(örnrğin alevi= “ali evi” denilmesi gibi). Oysaki Alevilik sadece Türklere özgü bir inanç ya da felsefî literatür taşımaz. Öncelikle bir inancın, bir görüşün,bir düşüncenin ırkı ya da coğrafyası olamaz; ama önce de dediğim gibi ‘alevi’ sözcüğünün bu coğrafyadaki etkisinden dolayı Alevi-Türk yakıştırması yapılmıştır.


Yâresan görüşüne mensup olan topluluklar daha çok Kürtçenin Goranî lehçesini kullanmışlardır. Bunun sebebi Yâresan mensuplarının İran sınırları dâhilinde yaşamını devam ettirmeleridir. Kaşî halkı da belki zamanla Kürtçenin Kurmancî lehçesine yönelmişlerdir. Sebebi de şimdi yaşamını devam ettirdikleri yerin yani Doğu Anadolu topraklarında bu lehçenin kullanılması olabilir.

(Tümü için Lütfen TIKLA)
Aceria

(Site Kurucusu)

______________________________________
ESKİDEN HIDIRELLEZ

Bizim yörelerdeki Malatya, Maraş, Dersim gibi şehirlerde Kızılbaş Kürtlerin bundan tahminen 60 yıl öncesinden bu  kutsal günlerini aşağıda yazdığım gibi, bazı ayrıcalıkları olsa da aynı şekilde kutsanırdı.Bundan 10 yıl önce yazmış olduğum kitapta iki dilde yani hem TÜRKÇE hem de KÜRTÇE yayınlamıştı. Şimdi faydalı olur diyerek tekrar siz okuyucularıma bu bölümünü sunuyorum. Elbette ki halkımız dağıldıktan sonra bu kutsal günler de tarihe karıştı. İnançlarımızda Asimilasyona uğradı. Şuna inanıyorum ki yeniden genç nesil daha modern bir şekilde bu kutsal  günler kutsanacaktır.

 

 

.Ğıdırellaz, Ğızırı Kal, Bozatlı Ğızır

 

     Kızılbaş Alevi inancında  Hızırı Kal denince Akla Hak ve (Ğade) dediğimiz o güç gelir. Ğıdırelaz

Bolluğun ve bütün canlıların yeniden doğuma gelmesi olarak bilinir. Yani yeni doğuş anlamındadır. Kızılbaş Aleviliğin felsefesinin temelini de doğuş ve doğumla her canlının tekrar kendi canını yaratacağını bilmesi neticesinde bu külte gerçekten inanır. Hakk’ın da doğumla yaratılacağını Kızılbaşlar inandığı için Ğızırı Kal’a Hak yada (Ğade) derler. Onun için bu günü o şekilde kutsamış olurlar. Bu inançKadın Tanrıçaların ve idaresi döneminde bu yana süzülerek Ateş Güneş Kültünde kaynaklanarak gelmektedir. Her halk ise çeşitli dönemlerden ve zamanlardan bu güne  de çeşitli isimler vererek kutsamış olurlar.

 

      Bizim yörelerimizde Ğızır şöyle kutsanır:

 

       Bizim yöre halkı arasında bunların üçü aynı anlamdadır. Üçü de aynı kıymette ve de aynı kutsallığı taşımaktadır. Onun için halk, kutsallık yönünden birbirinden bunları ayıramaz . Üçü birdir, biri de üçüdür.

      Bizim yöre eskiden çok ormanlıktı. Hızır gününün ateşle kutlanmasında bir yakacak sorunu olmuyordu. Fakat sonradan devlet tarafından ormanlar yok edilince halk yazdan itibaren dayanıklı, hemen yanıp sönmeyen cinsten bir odun kütüğünü (GONC) tedarik ederdi. Bu kütüğü

 Her senenin Şubat ayının onbeşine doğru her aile büyük bir merasimle bu kutsal ateşi yakarlardı. Kimisi iki ve üç gün farklı bir şekilde bu kutlamayı yapardı.

      Her sabah nene, dede, anne, baba ve büyükler en önde yaş sıralamasına göre, o kutsal goncun önüne giderlerdi. Önce büyükler dua ederlerdi. Duadan sonra herkes sırasıyla ona niyaz olurdu. Herkes ondan bir istek, bir dilek, bir arzusu varsa isterdi.

      Halk kendi arasında bir veya bir kaç gün önceden birbirini ziyaret ederdi. Küsler barışırdı. Halkta bir kaynaşma gerçekleşirdi. Yeniden birliğin oluşmasına vesile olurdu. Hele birisi bir hata yaptığı anda, Hızır başı için yemin ediyorsa, halk ona inanırdı. Benim annem Zeynep Şahin komşuları ziyaret ederdi. Onların razılığını alarak,onlardan destur isterdi. Hatta nenem Kole derdiki’’ eskiden bir hafta önceden bu günü kutlamaya başlarlardı. Gerek komşuların, gerek ihtiyarlardan destur istemesi, kırgınlıkların barışması,hiç ihmal edilmezdi. Temiz bir ruhla o güne hazırlanırdık.’’  

      Bekiruşağı köyünde Mustafa Temur şöyle söylerdi: “Eskiden babalarımızın veya annellerimizin de söyledikleri gibi, yılbaşı kutlamaları, Hızır günlerinden sonra gelen cemrelerin hemen akabinde kutlanırdı. Çünkü sizinde şimdi kendinizi Hızır pozisyonuna koyduğunuz gibi, bizde çocukluk dönemimizde öyle yapardık. Aynı Hızır deyişini söyleyerek evleri dolaşırdık. Sonraki gelen hükümetler yılbaşını değiştirdiler. Eskiden martın üçüncü haftasına denk gelirdi. Şimdiki hükümetin yörelerimizin ismini değiştirdikleri gibi, işte yeni yılımızın tarihini de aynı sistemle değiştirmişlerdir” 

     Köylerde biz çocuklar olarak, tahminen yaş durumu en çok on beş  yaşına kadar olanlar, köyün büyüklüğünü göz önüne alarak, birkaç grup oluştururduk. Bizler çeşitli yırtık elbiseler giyerdik. Bunların içinde birisi, yünden bıyık ve sakal yaparak, kafasına da yine yünden şapka gibi bir şey yaparak geçirirdi. O çocuk aynı Hızır rolünü üstlenirdi. Böylelikle köyün içinde şu deyişi söyleyerek gezerdik.

 

 

“Sare sale bıne sale

 Ğıızır hate fe male

 Bıae aedake sale

 

      Her ailede bizi sevinçle karşılardı. Hatta bizi alkışlayanlar bile çıkardı. Topladığımız bu yiyecekleri  Bir evde hepimiz beraber taolanırdık. Oradan toplananlarla birlikte her bireyin eşit bir şekilde bu yapılan yiyecek neşeyle beraberce  sevinçle  yerdik. Bazen de bir kısmını  çerçiye vererek, bazı yiyecek eşya alarak, kendi aramızda eşit bir şekilde paylaşırdık. Böylelikle Ğızır'ı Kal’ı öylece biz çocuklar olarak sevinçle anmış olurduk. Bu söylemde anladığımız kadarıyla de binlerce yıl halkımız bu günü böylece kutlamaktadır. Yani bu yeni olan bir durum değildir. Devlet bunun tarihini değiştirdiği halde halkımız yine aynı coşkuyla kutlanmaktadır.

     Toprak ananın canlanarak, bütün canlıların yeni bir hayata başlama süresinin belirmesidir. Yani yokluğun son bularak, bolluğun gelişinin belirtisidir. Halk arasında Ğızır eşittir ateşe ona da aynı şekilde Kürtçe’de Koz deriz. Yani bir hafta Hızır günleri kutlanır. Ondan sonra gelen haftalardan sırayla Cemre (Koz) birinci hafta havaya girer, hava ısınır. İkinci hafta suya girer su ısınır. Üçüncü hafta toprağa girer, toprak ısınır. Böylelikle Cemre dediğimiz ateş, toprak ananın bağrına düşerek can verir. Her canlı hayat bulmuş olur. Bu Mezopotamya da ateş kültüdür. Buda Newroza kadar devam eder.

      Babam ismail Şahin bize şöyle derdi” herhangi bir işe başlayacağın zaman, eğer bu isimlerden birisini çağırırsan başaramayacağın iş yoktur. “Ğızır” diye çağırdığında yine de bu işi yapamıyorsan, demek ki canı gönülden çağırmamışsın yavrum derdi”. Hızır her çalışanın yanındadır. Hem de emeğin kendisidir. Çalışmayana Ğızır yardımcı olamaz, çalışanın yanında hiç Ğızır eksik değildir” 

      Hızır günlerinde her aile kendi yiyeceklerinin ağzını açardı. Un, bulgur çuvallarının ve yağın ağzı açık kalırdı. Halk şu inançtaydı, Hızır gelip herhangi bir yiyeceğin üzerine elini dokundurursa o eşya bitmez ve de bereketli olur. Eğer herhangi bir yiyecekte bir el işareti ev hanımı tarafından görülmüşse, bunu halka hiç söylemezlerdi. Bu bir sır olarak kalırdı. Aile bireyleri bile bundan haberi olmazdı. Şayet Ğızır gelip bizim eşyanın herhangi birisine elini vermiştir denildiği zaman, inanca göre o sır açıklanmış oluyor. Bir daha Ğızır o eve uğramaz diye bunu gizli tutarlardı.

      Halk genellikle üç gün oruç tutardı. Bu oruca da Hızır orucu derlerdi. Bu orucun anlamı ise, halkın kendi özünü temizlemesi, kendi kendilerini dara çekmesiyle, ruhlarının temizlenmesi olarak bilinirdi. Annem Zeynep çok inançlı bir insandı. Bu oruç günlerini bana da tuttururdu. Ben daha çok küçüktüm, acıkmaya başladığım beni sırtına alır, hemen gezdirirdi. Hiç farkına varmadan bir bakardım ki akşam olmuş. Yemeklerden önce bir dua okurlardı. Ondan sonra ben nenemin elini öperek “orucumu sana veriyorum” derdim. O da bana hediyeler verirdi. Annem orucun anlamını şöyle izah ederdi” maksat aç kalma değildir. Nefsini ıslah ve de kontrol altına almak demektir. Kendisini bütün kötülüklerden arındırmak, kendi ailesine, çevresine faydalı hale getirmek, iyi işleklerin kurulması için, Ğızır huzurunda söz vermek anlamındadır. İnsanların bu Ocağa, bu Ateşe, ve bu Köze aynı zamanda Hızır'ına layık olmak için, gayret sarf ederek, kusur bırakmaması gerekir”

      Ğıdırellez'in son gününde halk çok güzel giysilerini giyerdi. Bilhassa gençler yedi renk dedikleri (Haft rang) giyerlerdi. Birbirlerini yine ziyaret ederlerdi. O Ğızır ateşinin Közüyle bir kömbe yaparlardı. Bunu öncelikle küçük çocuklara dağıtırlardı. Ondan sonra bunu lokma olarak, komşular kendi aralarında dağıtırlardı. Halk bazen de ziyarete giderek orada bu lokmayı beraberce yerdi. Yaşlılar tekrar ziyaret edilirdi. Onların gönlünü alma konusunda dikkatli davranılırdı. Onlara da lokma götürürlerdi. Halk yeni yılda daha bereketli mahsullerin alınması için toprak anaya dua ederdi. Newrozla sonuçlanmış olurdu. Elbetteki bilenler açıklama getirmiyorlardı. Yeni yılı öylece kutlamış oluyorlardı.

 

XIDRELEZ, XIZIRÊ KAL, XIZIRÊ BI HESPÊ BOZ

 

Di baweriya Elewiyên Sersor de, dema em behsa Xizirê Kal dikin, ew hêza ku em dibejin xwedê, weke  tê bîra me. Xidrelez weke zêdebûn û hemû giyandarên ku tên ber zayînê tê zanîn. Ango tê wateya zayîna nû. Di bingeha felsefeya Elewîtiyê de wiha tê bawerkirin ku her giyandar bi zayîn û dan zayîndinan, careke din giyana xwe dide afirandin. Ji ber Sersor bawerd dikin ku xweda jî bi zayînê tê afirandin, Xizirê Kal jî weke xwedê binav dikin. Herwiha vê rojê bi vî rengî pîroz dikin. Ev bawerî ji dema dayîka xwedawend ve ji perezîna agir û rojê tê. Her gelekî jî di demekê û çaxekî de navên cur bicur danê û pîroz kirine

.

Li derdorên me Xizir wiha tê pîrozwerkirin:

 

Ev hersê di nava gelê me de têne yek wateyê. Qîmetê wan yek e û ewqas jî pîrozin. Ji aliyê pîroziyê ve gel wan ji hev ranaqetîne. Hersê yekin yek jî hersêne. 

Derdorên me dema kevin daristanên mezin bûn. Ji bo roja Xizir bi agir were pîroz kirin, êzing ne pirsgirêk bûn. Piştî ku daristan neman, gel hê ji havînê darekî mezin ku zûka nebûre peyda dikirin. Navê vê dara sitûr Qurm (gonc) bû. Hersal pazdehê Sibatê gel, ev dar bi merasimeke mezin vêdixistin. Hinekan du sê rojan ev pîrozî bi awayek cuda dikirin.

Her sibih, pîrik (dapîr), kalik (bapîr), dayik, bav û mezin, li gor temen birêz dibûn û di çûne ber wî qurmî. Pêşî mezinan dia dikirin. Piştî diayê herkesî lê lava dikir. Herkesî daxwazek an jî hêviyek jê dikir.

Gel berî bi çend rojan, di nava xwe de hev û din ziyaret dikirin. Yên ji hev xeyîdî li hev di hatin. Têkiliyên germ di nava gel de pêk di hatin. Di bû pêwana yekîtiyên nûjen. Heger ku hinekan piştî xeteyên xwe, bi serê Xizir sond di xwarin, baweriya gel bi wan di hat.

Ji gundê BekiruşaxiyêMistefa Temûr weha digot: “Dema kevin weke ku dayik û bavê me di gotin, pîroz kirina sersalan di pey cemreyên ku piştî Xizir re di hatin, di hatine pîroz kirin. Lewre weke ku hûn xwe niha di êxine pozisyona Xizir de, Me jî di zarokatiya xwe de wisa di kir. Me gotina Xizir di got û em li malan di geriyan.

Hikûmetên ku piştre hatin sersal guhertin. Dema kevin li heftiya sêyem ya heyva Adarê rast di hat. Weke ku vê hikûmeta niha navên gundên me guhertin, herweha sersala me j guhertin.”

Li gundan em zarokên ku temenê me heta pazdeh salan bûn, em li hev kom di bûn.Li gor mezinaya gund, em di bûne çend kom. Me kincên (cil) qetiyayî li xwe di kirin. Di nav komê de yekî, ji hirî û kejê simbêl û rîh ji xwe re çêdikirin. Dîsa ji hiriyê tiştekî mîna şifqê dida serê xwe. Wê zarokê rola Xizir di girte ser xwe. Herweha em li nava gund di geriyan û me ev gotin di got:

 

“ Serê salê binê salê

Xizir hate vê malê

Bide sedeqa salê.”

 

Hemû malbatan em ji dil pêşwazî di kirin. Gelekan ji me re li çepikan di xistin. Xwarinên ku me di dane hev, me bi hev re çêdikirin û me bi kêf bi hev re di xwarin. Hinek ji xwarinên xwe me di dane etaran (çerçî) û me xwarinên din werdigirtin, me li hev par di kirin û me di xwarin. Bi van çalakiyan me Xizirê Kal bi bîr dianî. Weke ku min anî zimên, gelê me ji hezaran salan ve ye ku vê rojê weha pîroz dike. Anku ev ne rewşeke nûye. Ligel ku dewletê mêjûya vê rojê guhertiye jî, gelê me dîsa ji dil û can vê rojê pîroz dike.

Ev roj, roja ku dayika axê bi giyan dibe û destpêka hemû jîndarên ku nûka dest bi jiyanekê di kin e. Anku dawiya tinebûnê û hatina piraniyê ye. Di nava gel de Xizir, beremberî êgir e. Em di bêjine êgir “koz” (pereng). Heftiyekê deremder, rojên Xizir têne pîroz kirin. Piştî vê heftiyê, di nava heftiyên ku tên de, bi dorê cemre (koz), heftıya yekem di keve hewayê, hewa germ dibe. Heftiya duyem di keve avê av germ dibe. Heftiya sêyem di keve axê, ax germ dibe. Herweha agirê ku em di bêjin cemre, di keve pêsîra dayika axê û her jîndar jiyanê di bîne. Ev yek li Mezopotamya perezîna êgir e. Ev jî heta Newrozê berdewam dike.

Bavê min Smayîl weha di gote me: “Dema ku we dest bi karekî kir, heger ku hûn ji van navan yekî bi bîra xwe bînin, hûnê di hemû karan de serkeftî bibin. Dema ku tu bibêje ‘Xizir’ û dîsa tu karê xwe nikaribe bike, naxwe te ne ji dil bang kiriye.” Dîsa di gote min, “ Lawo Xizir li cem yên xebatkar e. Hem jî keda mirov bi xwe ye. Xizir arîkariyê nade kesê bêkar û xebat. Xizir ji cem yên karker û xebatkar qut nabe.”

Di rojên Xizir de, hemû malbatan devê xwarinên xwe vedikirin. Çuwalên ard, savêr û kûpên rûn (tewaş) vekirî di man. Baweriya gel ev bû ku Xizir were û destê xwe li wan bide. Bi bereket bibin û xilas nebin. Heger ku jina malê dewsa destekî li xwarinên xwe bi dîta, ev yek ne di gote kesekî. Nefsê malê jî bi xwe pê ne di hisandin. Ev yek mîna sirekê di ma. Heger ku hinekan bi gota Xizir hatiye mala me û destê xwe daye filan xwarinê, Li gor baweriyê ev eşkere kirina sirê bû. Careke din Xizir nayê wê malê. Ji ber wê yekê xef kirin şert bû.

Gel di van rojan de sê rojan rojî di girtin. Navê vê rojiya Xizir e. Wateya vê rojiyê ev bû ku gel nava xwe pê paqij di kir. Nefsa xwe di dane pîvanê û giyana xwe pak di kirin.

Diya min Zeyneb bawermendeke hêl bû. Ev rojiya Xizir bi min jî dida girtin. Ez gelekî piçûçik bûm. Dema ku ez birçî dibûm, wê gavê ez li pişta xwe di kirim û di gerandim. Bi carekê min di nêrî ku wa bûye êvar. Berî xwarinê diayek di xwendin. Piştî diayê min destê pîrika xwe maç di kir û min di got: “Ez rojiya xwe di dime te.” Wê jî hinek diyarî di dane min. Diya min wateya rojiyê weha şîrove dikir: “ Mexsed (armanc) ne ku birçî mayine. Armanc ewe ku mirov nefsa xwe bi gire û kontrol bike. Xwe ji hemû neqenciyan bi dûr bixe. Ji malbata xwe û derdorên xwe re bi feyde be. Ji bo ku têkiliyên baş deyne, li pêş Xizir sozê bide. Dive ku mirov layîqî vê ocaxê, vî agirî, û vî kozî her weha Xizirê xwe jî be. Li derba wan bê kêmasî be.”

Di dawiya rojên Xidrelezê de, gel kincên xwe yên paqij û xweşik li xwe di kirin.Bi taybetî ciwanan cilên “heftreng” li xwe di kirin. Di çûne serdana hev. Bi perengên agirê Xizir Kombeyek çêdikirin. Pêşî li zarokan belav dikirin. Pişt re weke parî, cîrana li hev belav dikir. Carna gel di çû ziyaretê û ev parî li wir bi hev re di xwarin. Careke din ixtiyar ziyaret dikirin û dilê wan jî xweş dikirin. Ji wan pariyan pêşkêşî wan jî dikirin. Ji bo ku sala nû hatineke mezin were, gel ji bo dayika axê dıa dikir. E jî bi Newrozê bi dawî dibû. Yên ku dizanîbûn ti rave nedianîn. Herwiha sala nû wiha pîroz dikirin

 

 

 

 

YÖRE  HALKININ  DEVLETLE  İLİŞKİSİ

 

Kızılbaş Kürtler dağılana kadar kendilerine has bir yönetimleri vardı. Bu yönetim binlerce yıl önce Anadoludaki halkın yaşam biçimini devam ettirmişlerdir. Kendi aralarındaki akıllı ihtiyarlardan bunlar kadın ve de erkek bileşimiyle  yönetmişlerdir. Kendilerine has olarak devletten bağımsız olarak yaşamışlardır. Onun için de her zaman devletle çatışması da bitmemiştir. Ondan dolayı da sarp dağlar mekanları olmuştur. Bu konuda kitabın bir kesitinde TÜRKÇE  VE  KÜRTÇE olarak alınmıştır.

 

  YÖRE  HALKI  NASIL ASİMİLE   EDİLMİŞTİR

 

Yöre halkının DİLİ  KÜRTÇEDİR. Yani kurmacı konuşur. Binlerce yıldan bu yana bu dili konuşmaktadır.Devletle de ilişkisi olmadığı için başka bir dil karışımı yoktur Ancak Cumhuriyetle beraber Asimile olmaya başlamıştır. Hele yaşlılarla konuştuğunuzda tek bir yabancı kelime bulamazsınız Kürtçe den başka.En büyük asimile Köy Enstttitülerle başlamıştır. Bu okullarda köy çocuklarını alarak kendilerine has bir şekilde hem dilini hem de Kızılbaş inancını yok ederek yetiştirmişlerdir. Köylere gelen eğitimcilerde sopa ve çeşitli baskılarla bizleri Asimile etmiştir Bu okullar elbette belirli bir aydınlama görevini görmüşlerdir. Sadece Türklüğü daha da katmerleştirerek Bugünkü devlet sistemini kuvvetlendirmişlerdir. Bu dağılmada bizim kuşakla başlamıştır. İşte bu kesit de hem TÜRKÇE hem de KÜRTÇESINI bulacaksınız.

 

YÖRE  HALKININ  DAĞILMASININ SEBEPLERİ

 

Halkımız okullar ki asimilasyonla birlikte yavaş yavaş şehirlere gidip gelmeye başlamışlardır. Önceleri bireysel olarak sadece erkeklerin şehirlere giderek en alt işlerden çalışarak kazandıklarını tekrar kendi köylerine getirmişlerdir. Yaptıkları işler ise hamallık odun kırma gibi işlerden çalışmışlardır. Bu 1960 yıllarına kadar böyle devam etmiştir. Bu yıllardan sonra gittikleri yerlere yerleşmişlerdir. Genelinde bu insanların çoğunluğu ameliye olarak en kuytu yerlerde halen oturarak horlanarak yaşamaktadırlar. Bu kesıtte de  TÜRKÇE ve KÜRTÇE olarak bulacaksınız.

 

 

BU DAĞILMAYLA DEVLETİN İSTEDİĞİ OLDU MU?

 

Dağılan halk gittikleri yerlerde gerek horlanması gerekse de çalıştıkları insanların yanında ayrıcalıklarını görerek hiçbir zaman kendi topraklarını unutmadılar. Biraz durumunu düzelterek geri gelmeyi aklından çıkarmadılar. Geri gelmeye başladılar. Belirli bir kesim ise bu horlama şekline karşı çıkarak mücadele yolunu benimsediler. İşte bugünkü mücadeleci gurupları oluşturarak kitselleşmeye başlayarak kendi yolunu böylece belirlemeye çalıştılar.  

Süleyman Şahin

 

 _______________________________________

HIDIRELLEZ ÜZERİNE II




Xidirelles kutlamalari son bulurken, Kültürumüzde Xidirelles`in yeri. Sere Sale! Bine Sale! Ko Xwedane we male!? Xıdırellez, yani kültürümüzde yüzyılllardır yaşatılan, tarihi cok eskilere dayanan Bahar Bayramı. Günümüzde hala yöremiz başta olmak üzere Mezopotamya`da, Anadolu`da ve İran`da büyük bir coşku ve yoğun katılımla kutlanan bereketin, umudun ve kardeşliğin bayramı. Yöremizde Hızır kültürünün en derin izlerine günlük yaşamımızın her alanında rastlamak mümkün. Bir işe başlarken her seferinde “Ya Hızır” diyerek başlamamız, çok güç bir sorun ve zorlukta en yakın arkadaş ve yakınımıza “Xızır hevola te bı” söylemiyle sorunların çözümünü umut etmemiz -yardımımıza yetişen bir dosta “Hızır gibi yetiştin” gibi ibareleri dillendirmemiz bu kültürün yaşamımızda ne denli yer edindiğinin en somut göstergesidir. En eski bayramımız olan Xıdırellez bayramı diğer yer ve bölgelerin aksine yöremizde Şubat ayının ikinci Perşembesi kutlanmaktadır. 

Xıdırellezin Mitolojik ve Kültürel Kökeni
Hızır(Xıdır)-İlyas(Ellez) söylemi, halk arasında uzun yıllardır süren kullanımın sonucu değişime uğrayarak ‘’Xıdırellez’’ şeklini almıştır.Hızır ve Hıdırellezin köken olarak Mezopotamya`ya ve Anadolu kültürüne ait olduğu bilinmektedir. 
Doğa; hava, su ve topraktan oluşmuştur ve doğanin asil hakimi de insandir. İnsanlarin daraldığında yardımına koşan, çağrıldığı yerde hazır olan karada ve deryalarda ölümsüz kurtarıcıları vardır. Hıdır ve İlyas insanları ve doğayı çok seven , iyilik yapmaktan, paylaşmaktan ve paylaştırmaktan hoşlanan, yardımsever iki arkadaştır. 
Halkımız arasındaki genel kanıya göre Hızır (Hıdır) karaların ve İlyas (Ellez)` ise denizlerin hakimidirler. Bir gün bu iki kurtarıcı güç; bir sahilde buluşur. Hızır karadan gelir,İlyas deryadan gelir. Bunlar hiç yiyip içmeden sohbet ederler. Üç gün sonunda şöyle bir karara ulaşırlar; Hızır karalara müsaade eder; bitkiler, hayvanlar, insanlar da bir değişim, topraktan bereket gelir, gökten rahmet yağar. İlyas deryalara müsaade eder. Böylelikle bahar başlar, ve üç gün oruçlar tutulur-şenlikler yapılır. Bu tarihten sonra her yıl halklar bu buluşmayi kutlamak icin ceşitli etkinlikler yapar, eğlenceler düzenlenir, adaklar sunulur. Dolayısıyla baharin gelişi ve doğanin canlanmasi insanlar tarafından bayramla kutlanması gereken bir durum olarak algılanmıştır.

Yine diğer bir yaygın inanca göre; Hızır, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölümsüzlük mertebesine ulaşmış bir ermiştir. Hızır`ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır`ın en temel özellikleri şu şekilde sıralanmıştır;
• Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.
• Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
• Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik getirir.
• Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
• Bitkilerin yeşermesini, hayvanlarin üremesini, insanlarin kuvvetlenmesini sağlar. 
• İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
• Uğur ve kısmet sembolüdür.
• Mucize ve keramet sahibidir.

Hızır kültürü ve düşüncesi kurumsallaşarak günümüzde bircok halk tarafından farklı farklı biçimlerde de olsa, özü aynı kalan bir tarzda kutlanmaktadır. 
Alevilikte ve Yöremizde Hıdırellez Kültürünün Yeri Kürt Alevilerinde çok büyük bir öneme sahip olan Hıdırellez Bayramı süresi içerisinde bir hafta boyunca Hızır Orucu tutularak Hızır Cemleri yapılır. “Xızıri Kal” semahlarda ve kürtçe deyişlerde anılır. Toplumumuza ve insanlığa bereketin bağşedilmesi temennileri vurgulanır. Kürt Alevi deyişlerinde “Xızır, hazır, nazır li ser riyane.." vurgusu işlenerek, zorluklar karşısında Xızır`ın yardımımıza yetişeceği anlatılır. Elbistan-Nurhak yöremizde Hızır özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardırm eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, daha doğrusu baharın-baharla vücut bulan taze hayatın sembolü olarak görülmektedir. Cocukluğumuzun en güzel masal kahramınıydı Xıdırellez. Büyüklerimiz bize şöyle anlatırlardı; Çok eski zamanların birinde yaşlı, aksakallı, fakir bir adam yaşarmış. Üstü başı sürekli kirliymiş, hiç kimse evine almıyormuş, kimse yanına bile yaklaşmıyormuş. Bu yaşlı adam bir gün bir kapıyı çalmış. Kapıyı bir kadın açmış. Bu kadında fakirmiş, evinde hiçbir şey yokmuş, ama yinede yaşlı adamı güler yüzle içeri buyur etmiş. Üstünü başını temizlemiş, yaşlı adama yemek hazırlamış, evde ne varsa getirmiş. Bir parça ekmek, bir büyük soğan. Ve soğanı kırıp yaşlı adama vermiş. Adam yemeği yerken sofraya el vurmuş ve bu eve Hızır kondu demiş ve devam etmiş;
“Ez Xıdırellezim, ez qillerkime, ez axrazim, ez riske xwa nadima harkasaki (ben Hidirellezim, ben kirliyim hem dilsizim, ben bereketimi herkese vermem) deyip ortadan kaybolmuş. O evdekiler bolluk-bereket içinde yaşamışlar, kadın her yıl aynı zamanlarda yiyecek çuvallarının ağzını açık bırakırmış Hızır gelip payını alsın diye. İşte o gündür bugündür Hızır bereketini esirgemesin diye Hıdır haftasında kurbanlar kesilir, Hıdır kömbesi yapılır ve komşulara dağıtılır. Hızır orucu boyunca kimse kimseyle kavga etmez, küfürlü konuşmaz. 
Hıdırellez günü sabah erkenden kalkmayan kişinin işleri ters gider. Geç kalkmak kusur sayılır. Hıdırellez günü, açların doyurulması, dargınların barıştırılması, üzüntülü olanlarin sevindirilmesine calışılır. Hıdırellez`in yaklaşmasi ile ceşitli hazırlıklar yapılmaktadır.Evler baştan başa silinmekte, ev eşyaları, mutfak eşyaları, üst-baş baştanbaşa temizlenmektedir. 
Yöremizde Hıdırellez haftasının en carpıcı ve en cok toplu katılımının yapıldığı an; Hıdırellez`in köyün gençleri tarafından canlandırılması anıdır. Bu canlandırma günümüzde büyük şehirlerde yapılsa da, kırsal kesimlerde-köylerde farklı bir renk ve coşkuyla hayata geçirilmektedir. O köyün koşullarına göre mahalleler çapında yada toplu bir biçimde düzenlenmektedir. Böylesi bir rolü gençler üstlenerek, organizesini yaparlar. İlk etapta tüm toplanan yiyeceklerin depolanacağı ve o gün Hıdırellez kutlamasının yapılacagı bir ev yada yer tespit edilir. Daha sonra görev bölüşümüne gidilerek bir Kolık( ihtiyar), Pirik (ihtiyar nine) ve dört hurçık ( ayıcık) seçilir. Kolık burda ermiş ihtiyarı oynar, genelde en büyük rol onundur ve Kolık rolünü oynayan genç takma bir sakal takar. Pirik rolündeki genç daha cok utangaç ve çekingendir, kendisiyle bir iğ (taşi) beraberinde taşır. 
Hurçık yani ayıcıklar ise gidilen yerlerde davulun çalmasıyla ortamı şenlendirmeyle görevlidirler, yüzleri kömür isi ile boyanır-ceşitli kostümlerle ayı`ya benzetilmeye calışılınır. Gidilecek evlere habersiz ve sessiz bir biçimde yaklaşılınır. Evin önüne yaklasıldıgı an davullar çalmaya, hurçıklar zilleri çalıp oynamaya başlarlar. Evin kapısından içeriye girilirken herkes bir ağızdan ve yüksek sesle “sare sole bine sole xıdır kayte ve mole, kone sadake kole? (Yılbaşı, Yıl bitimi; Hıdır girdi bu eve, hani dedenin sadakası?)” diyerek davullar ve düdükler eşliğinde oynarlar. Kolık-Pirik ve Hurçıklar arasında kısa atışmalar ve şakalaşmalar olur. Bu arada gidilen aile Kolık`a oturması için bir sandalye verir, Kolık biraz oturur ve hurçıkların oynamasını durdurur. Doğal olarak; bu sırada evde bulunan küçük çocuklar biraz korku ve merak icindedirler. Ev sahibi Kolik`a; “Hun bi xer hotîn kolo” sözleriyle başlayarak “Pirik nasıl?, çocuklar nasıl?” diye sorar. Kolık hepsinin iyi olduklarını söyleyerek, ekler; “xêra xwa sadakakê bidin ma, hin moleki em harin pirin(Hayrınıza bir sadaka verin bize, hala gideceğimiz çok ev var)” diyerek herkesin kendi koşullarına göre önceden hazırladıkları yiyecek (patates, soğan, un, 

ekmek, çay, et, tereyağ, sıvıyağ, bulgur, toz şeker 

vb.) veya daha değisik maddi yardımlar alınır. Kısacası anlatılan biçimde, varolan tüm aileler ve evler ziyaret edilerek canlandırma sonuçlandırılır. O gün tüm köy halkı belirlenen evde yada yerde toplanır, “Kıllore Xıdır” (Hızır Kömbesi) ve daha değişik yiyecekler hazırlanarak, yiyip icilir, oyunlar oynanır, dilekler tutulur. Burda fazladan kalan tüm eşyalar ise yardıma muhtaç ve yoksul insanlarımıza dağıtılır. Yöremiz insanının ortaklaşa kutladığı Hıdırellez; birleştirici, dayanışmayı-paylaşmayı öğretici, yardımlaşmayı destekleyici yönleri ve özellikleriyle toplumumuzun en büyük moral kaynağı ve kültürel değerlerinden biri olmuştur. Bir toplumu var eden ve geleceğe taşıyan ögelerin başında o toplumun kültürel değerleri gelmektedir. Kültürel değerlerimizi ne kadar sahiplenip gelişimine vesile olursak, o denli geleceğe saglam adımlarla ilerleyen bir toplum oluruz. Hızır kültürü insana ve doğaya verdiği değerle güncelliğini korumaktadır. Tüm zorluklarda ve aşılması güç durumlarda Pir Sultan Abdal yardımcımız, Xızır yoldaşımız ola.

Kaynaklar;
Mehmet Ali Kaya
Yüksel Muyan (molebutton)

Yazan; G.DEMiR 

____________________________________________ 



 80'Lİ YILLARIN KAŞANLI'LI BOHÇACI KADINI!..

Bohçacı kadına hep sorduğumda, çocukluğunda seni etkileyen nedir?.. Üzülerek der ki, ilkokula gitmek istemiştim, babam beni okula göndermedi. Üstelik öğretmene bir de TAVUK hediye etti. Bir diğer olay ise, o dönem fariklikti, sadece benim babam fakir değildi. Köyün en zengin adamına, daha 11 yaşındayken, ayağımda çarık karın içinde, çarık ıslanırdı, çıplak ayaklarla, bir kış boyunca kovalarla su çektim... Karşılığında 4 metre bez verdi bize Zengin adam... Daha sonra bu zengin adamın evinde çalışırken eşimle tanıştım ve evlenmiştim...
1977 yılı Mayıs ayında bir trafik kazasında eşimi kaybettim... 7 çocukla tek başıma kaldım, ne yapacağmı bilmiyordum, çaresiz bir kelime bile Türkçe bilmiyorum, şehire gidip bürokratik işlemleri yapım... 10 bin Lira faizle borç para... Baktım hep ağlama hep ağıt olmuyor... kendi kendime dedimki, böyle olmaz başua gelen çekilir, yaşam devam ediyor... İlk başta köyde ne iş varsa hepsinde çalıştım. Okulda bile Hademelik yaptım... Daha sonra baktım bu da olmuyor, aklıma bohçacılık geldi.... Gittim İstanbul, Adana, Maraş'ta mal alıp getirip köyde ve çevre köylerde satmaya başladım... Okuma yazmam yoktu ama matematiğim iyiydi, hesapları iyi yapardım, kime ne borç vermişsem aklımda tutardım... Bir dönem öyle devam etti... Bir gün düşündüm burada da olmuyor, İstanbul aklıma geldi... Çocukları bıraktım kendim İstanbul'a gittim ev işlerine gittim, biraz para biriktirdim, ev tuttum çocuklarımıda yanıma aldım... Beraber çalışıp geçindik... Çocuklarım hepsi büyüdü ve mutluyum şu an çocuklarımın yanında Almanya'da 12 senedir yaşıyorum... Hayatta hiçbirşeye küsmedim, kimseyi kırmadım, yalan söylemedim, hep çalıştım, çalışmada zevk aldım... Halen kendimi 15 yaşındaki bir genç kız gibi hissediyorum, dizden aşağı yaşlı, dizden yukarı gencim, tüm işimi yaparım... Ben hiç bir zaman işten korkmadım, iş benden korktu!...
(BEN GÜLCAN GÜZEL.. İŞTE O ÖRNEK KADIN BENİM ANNEMDİR, ELLERİNDEN ÖPÜYORUM ÖYLE ANALARIN!..Bu annemin isteğidir her zaman derki, benim yaşamımı yaz internete ver...) NOT: Gülcan Rındık (gülcan güzel) adlı üyemizden alıntıdır annesinin yaşamını konu alan gerçek bir yaşamdır...
________________________________________
Aceria  
  __ Kaşanlı Köyleri Gençlik Platformu (2014-___) __
DEĞERLİ KAŞANLI KÖYLERİ TOPLUMU HOŞGELDİNİZ!

Aceria
___ ____
 
Kaşanlı Köyleri Gençlik Platformu  
 
 
KÖYLERİMİZ HOSGELDiNiZ  
  ___

Kaşanlı Köyü
(Gundi Jîrî- Gundi Qaşan)

Haticepınar Köyü
( Gundi Jori)

Karakuyu Köyü

Örenli
( Gundi Ortê - Kilboz)

İnci Köyü
( Poskoflî)

 
Bu Yazıyı Fb'ta Paylaş  
 

İÇERİK

BİLGİ

DÜŞÜNCE

EĞLENCE

FOTOĞRAF

 
IP Adresiniz: http://qundiqasan.onbile.com (mobil sitemiz)  
  ip adresim _____ ____

KAŞANLI KÖYÜ

Duyurular burada yayınlanacaktır

KAŞANLI KÖYÜ

______
 
ALT MENU  
 
GUNDÊ QAŞAN
Kaşanlı Köyü sitesine HOŞGELDİNİZ. Merak ettiğinizi kutucuğa yazıp ARA tuşuna basarak aratabilir ve bilgi alabilirsiniz...
______ _______
_______________ KAŞANLI'DAN KARELER | 
 
Bugün 13 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!
_____ _____ ________ ______
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol